Yıllar önce Anadolu'dan, Büyükşehirlere doğru başlayan ve o gün bugündür bir türlü durdurulamayan göç beraberinde konut ihtiyacını da getirince, önceleri para ile aldıkları arsalara konut yapıp satan müteşebbisler artık konut yapacak arsa kalmayınca ismine "Kat karşılığı" denilen sistem ile var olan çoğunlukla tek katlı bahçeli binaların sahipleri ile anlaşıp bu binaların bulunduğu arsalara çok katlı binalar yapmaya başladılar.

Sözünü ettiğimiz "Kat karşılığı" inşaat yapımının rüzgar gibi estiği dönemlerde şu an oturduğumuz evinde içerisinde bulunduğu arsa üzerinde iki katlı daha çok ahşaptan yapılmış bir ev vardı ve o evde şu an hayatta bulunmayan büyüklerimiz yıllar yılı rahat bir hayat sürmenin de verdiği huzurla çocuklarına “Bizim birkaç yerde daha evimiz var, burası şehrin tam orta yerinde kaldı, çok fazla gürültü oluyor, biz gürültünün olmadığı yeşilin daha fazla bulunduğu bahçesinde daha fazla zaman geçirebileceğimiz eve gideceğiz burası ile ilgili de nasıl bir karar verecekseniz siz bilirisiniz” dedikten bir hafta sonra evi boşaltıp gittiler.

Aradan birkaç ay geçince boş kalan binanın sağında-solunda-karşısında ikamet eden komşulardan “Burayı boşalttınız, nerede ise 40 yıldır evde duran komşularımız gitti, evi boş bulan uyuşturucu müptelaları da burayı mesken tuttular lütfen bir çözüm bulun” şeklinde serzenişte bulunmaya başladılar.

Bizim boş evin bulunduğu cadde boylu boyunca aynı tip evlerden müteşekkil olduğundan hereksin birbirini daha kolay gördüğü çoğu zaman sabah kahvaltılarının hep birlikte yapıldığı akşam çaylarının büyük bir keyifle içildiği alanlar olarak biliniyordu.

Çok geçmeden bizi arayan bir yapı müteahhidi “Bu ev boş duruyor, kuvvetli bir tekme atsak yıkılacak, burayı kat karşılığı bana verirseniz hem sizin için faydalı olur hem de ben para kazanırım” dediğinde hane halkı da fazla bir direnç göstermediğinden olsa gerek anlaşma yapıldı, ahşap bina dev inşaat makinaları tarafından birkaç saat içerisinde sanki daha önce hiç böyle bir bina yokmuş gibi ortadan kaldırıldı.

Bina yıkılırken o evde en az 40 yıl oturan çocuk büyüten, torun evlendiren, dini ve milli bayramlarda adeta bir toplanma merkezi haline gelen, yerleşim merkezinin hemen yanında yaşlı gözlerle olup bitenleri seyreden dede ve ninenin birden bire gözyaşları içerisinde kaldıklarını görünce ortadan kalkanın sadece bina değil 40 yıllık 50 yıllık hatıralar olduğunu bizde anlamış olduk.

Bir yıl sonra bizimle birlikte ailenin diğer fertleri tamamlanan dairelere yerleşti, ancak bizim binanın bitmesi ile birlikte caddenin her iki tarafında bulunan ve artık miadını tamamlamış binalara üşüşen müteahhitler 6-7 yıl içerisinde nerede ise var olan bütün evleri yıkıp yerine çok katlı ve çok daireli binaları inşa etmekte gecikmediler.

Geçen yıllar içerisinde 70-80 tane arsa içerisinde bulunan evlerin tamamı bu şekilde ortadan kalktı, geçen zaman içerisinde farkına vardık ki sadece bizim evin biraz çaprazında bir eski iki katlı bahçeli bina kalmış, bu kadar evin ortadan kaldırıldıktan sonra eski günleri hatırlatacak sadece bir tek evin kaldığını görünce bütün mahalleli gibi bizde bu eve adeta gözümüzün bebeği gibi bakmaya başladık zira herkes geçmişini bu evde hatırlamaya, hatıralarını bu evde güncellemeye başlamıştı.

Önceki gün sabah saatlerinde büyük bir gürültü ile uyandık, “Ne oluyor, kazamı oldu, yoksa kamyon bir binaya mı girdi?” diye düşünüp evin balkonuna çıktık ki mahallede kalan en son bahçeli evde bir müteahhide verilmiş, müteahhit de çok katlı, çok daireli binaya başlamak için eski binayı yıkmaya başlamış.

İşte o an içimizi derin bir sızının yaktığına şahit olduk, gözlerimiz karardı, bir anda elbiselerimizi giydik, Kepçenin acımasızca yıkmaya çalıştığı binanın paramparça bir şekilde hızlı bir şekilde ortadan kaldırıldığını gördük işte o anlarda bizimde içimizin parçalandığımızın farkına vardık.

Yan taraftaki işyerinde çalışan elemanlara” Çocuklar bana bir sandalye getirin” dedik ve çocukların getirdiği sandalyede saatlerce yırtıcı kaplanlar tarafından saldırıya uğrayan ancak bu saldırıya dayanamayan bir ceylanın paramparça edilişi gibi binanın yok oluşunu gözyaşları içerisinde seyretmek zorunda kaldık.

Bizim yaşadığımız bu yıkım olayı Türkiye’nin pek çok yerleşim merkezinde aralıksız gerçekleşiyor. Her ne kadar şu sıralar inşaat sektöründe işler eskisi kadar hızlı olmasa da bir taraftan artan nüfus, bir taraftan daha çok zenginleşme adına eski binalar yıkılırken aslında yıkılan ve kaybolan o binalar değil bizim geçmişimiz olduğunu acı da olsa anlıyoruz ancak elimizden bir şey gelmiyor.

Yıkılan binalarda yaşayanlar, o binalardaki hatırlar, yeme içme kültürü, mahalle yaşantısı, dostluklar, arkadaşlıklar da bir bir bizi terk ediyor, Bahçeli evlerden çok daireli apartmanlara geçerken aslında kültürel noktada da pek çok geleneği de bırakıyor daha yalnızlık dolu bir dünyaya adım atıyoruz.

Herkesin birbirini tanıdığı sımsıcak evlerden, yan komşumuzu bile tanımadığımız, bayramlarda cenazelerde kapısını açmadığımız apartmanlar bir kesim tarafından “Tabutluk” bir kesim tarafından da “Açık cezaevi” olarak değerlendiriliyor.

Değerlendirme ne şekilde yapılırsa yapılsın yıkılanların ya da ortadan kaldırılanlar evler değil bizim geçmişimiz ve hatıralarımız olduğunu hepimiz bugünlerde daha net bir şekilde anlıyor ancak başta kendimize olmak üzere hiç kimseye itiraf edemiyoruz.

Hafriyat makineleri bugünlerde evlerden çok bizi yüreğimizi söküyor gibi.