Aslında hiçbir insanın sevmediği bir sözcüktür esaret sözcüğü! Fakat bir o kadar da sevdiğimiz ve yaşamımıza giren bir sözcük olmuştur dijital sözcüğü! Yakın tarihimizin hızla gelişen teknolojik gelişmelerinin öncüsüdür dijital gelişim. Neredeyse yaşamımızın her noktasında var oluyor. Neredeyse her şey dijital ortamlarda kaydediliyor ve yaşanıyor.
Öncelikle müzik alanında bu değişimler yaşanmaya başladı. Sonra kültürel alanda sinema vs. sonrasında dijital kitaplar yaşamımıza girdi. Sonra kütüphaneler vb. saymakla bitmeyecek kadar hemen her şey artık dijital ortama kaydedilir ve saklanıyor. Yararlanmak istenildiğinde de bir tıkla ulaşabiliyorsunuz. Özellikle sağlık, eğitim, askeri, sanayi, turizm alanlarında oldukça etkin kullanım kolaylığı sağlayan bir sistemdir, dijital sistem.
Aslında bir kitabı düşünün şöyle elinize alacaksınız, onu hissedeceksiniz, kokusunu içinize çekeceksiniz, sonra da okuyacaksınız. Anlayarak, tadarak, seve seve, doya doya okuyacaksınız. Tabi ki bu dediğimi hala yaşadığımız ortamlar mevcut. Daha uzun bir sürede de sürecek gibi gözüküyor. Ama şunu da kabul etmeliyiz ki, küresel değişim olarak dijital dünyaya geçişimiz de hız kesmeden sürüyor. Gün geçmiyor ki, bir bilim insanı bir şey ortaya koymasın! Gün geçmiyor ki bir başka bilim insanı her hangi bir buluşla karşımıza çıkmasın! Aslında bunlar yaşamımızı kolaylaştıran muhteşem gelişmeler. Gerçi yaklaşık üç ay gibi bir süre geçmesine rağmen hala KOVİD-19 belasına çare üretilemedi!
-İstisnalar kaideyi bozmaz- tezinden yola çıkarak olağanüstü durumları hariç tutarak gelişmelere devam edelim. Aslında ben bu belanın insan eliyle üretilmiş olduğunu düşündüğümden, çaresinin de bulunmuş olduğunu ve zamana oynandığını, planlı bir şekilde yer küre insanları ve toplumlarının kontrol edilmeye çalışıldığını düşünmekteyim. Bilimsel bir dayanağa sahip olmadığımı belirterek, sadece ve sadece mantığımın sesiyle hareket ederek, bu tezimde ısrarlıyım ve yakın zamanda ortaya konacaktır diye düşünüyorum.
Şimdi geldiğimiz noktaya bakıyoruz; yer küre üzerinde bulunan yaklaşık sekiz milyar insanın en az beş altı milyarlık gibi önemli ve büyük bir kısmının şu an home ofis çalıştığı ya da çalıştırıldığı gerçeği ile karşı karşıyayız. Bu demek oluyor ki, yakın bir gelecekte birçok insan artık dijital ortamda çalışacak ve sokağa çıkmadan yaşamını sürdürebilecektir. Kim bilir, belki de bunun deneyleri yapılıyordur. Hani evden ve esnek çalışma denilen mekanizmayla ne kadar başarılı olunabiliyor? İnsanlar sokağa çıkmadan nasıl verimli olabiliyorlar? Gibi soruların yanıtları bulunabiliyor olabilir.
Bunu zaman gösterecektir. Ama gerçek olan bir şey vardır ki, dijital esaret halindeyiz. Evler modern dijital hapishanelere dönüştü. İnsanlar, toplumla bağlarını kesmiş durumda. Hatta kendi aile bireyleriyle bile mesafeli olmak zorundalar. Aile içerisinde bile eşler biri birlerine kuşuyla bakar oldular. Neredeyse paranoyak bir toplum olduk. Herkes her şeyden korkar ve ürker hale geldi. Dişin bile ağırsa, acaba korona mı oldum? Korkusu ve psikolojisi oluştu. Terlesen ya da üşüsen, bu da koronanın belirtileri arasında var mıydı? Bu tür sorular uzayıp gidiyor. Ama gerçek olan bir şey var ki, şu minicik, gözle görülmez, dijital mi desem ne desem şu lanet mini virüs gerçekten yaşamımızı esir almış durumdadır. Minicik KOVİD-19’ un esareti altına girmişiz. Mikronlarla ifade edilebilen bir zerrecik tüm insanlığı esir almış durumdadır.
Evet, hemen herkes artık yaklaşık bir yıldır dijital dünyada yaşamaya başlamıştır. Alışverişini sanaldan, sohbetlerini sanaldan, eğitimini sanaldan, tüm gelişmeleri sanaldan izleyip yapmak durumundadır. Bu fazla dijitalliğin ve sanal ortamın çok olumsuz ve insanları yanlış yönlendirdiğini de düşünmeden edemiyorsunuz. İnsanlar sanal dijital ortamda oldukları için, sağlıklı bilgi akışı ve alışverişi de yapamıyorlardır. Resmi kurum ve kuruluşların dışında güvenilir kaynak bulmak ne kadar mümkün olur siz düşünün! Özellikle kulaktan dolma ve yanlış bilgiler sanal ortamda dolaşıp duruyor. Bu durumda da doğal olarak insanların kurumlara ve kuruluşlara bakış açıları olumlu ya da olumsuz olarak değişiyor. Yani tam bir güvensizlik ortamı, kuşkucu ve irdeleyici bir bakış açısı toplumu bir yerlere sürüklüyor.
Görünüyor ki, dijital dünyaya esir olmuşuz. Elbette ki, teknolojiden, fenden, bilimden uzaklaşmadan, gelişmelere ayak uydurarak küreselleşmeden ayrı kalamayız. Dijital dünya artık yaşamamızın bir parçası haline gelmişken; onun esiri olmadan yaşamlarımızı sürdürebilmenin mümkün olabileceği gerçeğini de aklımızdan çıkarmayacağız.
Artık teknolojik gelişmeler o kadar hızlı ilerliyor ki; zaman içerisinde yaşamlarımızı nerede daha güvenli sürdürebileceğimizin hesaplarını bile yapmaya başladık. Ay’da, Mars’ta, yakın gelecekte daha başka gezegenlerde yaşamın olup olmadığı araştırmaları yapılmaktadır. Sanırım bu gibi düşünceler de dijital oluşumların ve operasyonların bir ön çalışmasıdır. İşte tam da bu gelişmeleri gördüğümüz zaman diyebiliyoruz ki; insanlık dijital dünyanın esiri olmuştur. Bundan kurtulmanın yolu da; yine kendi dünyanda ki varlığını çağın gereklerine en uygun şekilde düzenlemen ve bu bakış açısıyla geleceğini tasarlamandan geçmektedir. Hadi, hep bir anda silkinelim ve bu esaretten kurtulmanın yolunu bulmaya çalışalım.
Sonuçta; ‘’aklın yolu birdir’’ sözünü de anlamlandırmış oluruz.