Eskiler “İnsanın vatanı çocukluğunun geçtiği yerdir” şeklinde bir ifade kullanırdı, Biraz yaşımızın genç olmasından biraz hayata bakış açımızdan olsa gerek bu ifadeye işin doğrusu pek katıldığımız söylenemezdi.
Bizim gibi babası devlet memuru olan birisi için hayatının nerede ise tamamını memleketin bir yerleşim merkezinde geçirmesi gibi bir hadise mümkün değildi, zira zaman zamanda yazdığımız gibi rahmetli babam özellikle akşam saatlerinde elinde bir sarı zarf olan bir belge ile gelir “tayinimiz falanca yere çıktı, hazırlanın birkaç gün içerisinde göçü vagona yükleyip buradan ayrılacağız” dediği andan itibaren bizim için yeni bir hayat başlardı.
Söz konusu göçebe hayat 1986 yılından itibaren sona erdi, bizde o gün bu gündür yerleştiğimiz alanı kendimize yurt edindik, iş sahibi olduk, evlendik önce baba olduk şimdi de dünyalar yakışıklısı torununu seven bir dede pozisyonundayız.
Bizim geldiğimiz noktada kalan ömrümüzü daha sakin bir limanda yaşamaya çalıştığımızı tüm dostlarımız bilir, geçen yıllardan sonra kavgadan, tartışmadan bir fayda olmadığını asıl olanın dostluk ve arkadaşlık olduğunu bilen birisi olarak en azından bundan sonrasını daha dingin bir süreçte geçirmek durumunda olduğumuzu da az çok herkes biliyor.
Böyle bir noktada insan ister istemez kendi kendisine “Acaba ait olduğumuz yer neresi.?” şeklindeki soruyu daha çok soruyor, bu soruya cevap veremediği andan itibaren kendisi ile ilgili iç hesaplaşmaya daha fazla zaman ayırıyor.
Bunca yılın bize verdiği tecrübe ister istemez etrafımızdaki dostlarımızın da dikkatini çektiğinden olsa gerek bize “bulunduğun yeri bırak buradan başka bir yere gidelim orada iş yapalım daha çok para kazanırız” teklifleri geliyor.
Para elbette lazım
Yaşadığımızdan daha iyi bir hayata sahip olmak hepimizin ortak beklentisi.
Daha iyi bir araç,
Daha geniş bir ev
Görenlerin gözlerini kamaştıracak bir ofis
Dünya var olduğundan beri tüm insanların ortak talebi olarak orta yerde duruyor.
Ancak tüm bu özlemlere yani talep ettiklerimize ulaşmak adına ait olduğumuz yerleşim merkezinden başka bir yere gitmenin zorluğunu anlatabilecek ifadelerinde henüz bizim sözlüğümüzde olmadığını biliyoruz.
Ait olduğumuz yerin neresi olduğu ile ilgili sorulara binlerce cevap verilebilir, ancak gece yarısı acıktığımızda yaşadığımız eve yetmiş metre uzaklıktaki fırından sıcak ekmek alabilmenin vereceği huzuru hangi para ile alabileceğimizi inanın bilemiyoruz.
Meseleye böyle bakınca iş dönüp dolaşıyor “Eldeki bir kuş daldaki üç kuştan daha iyidir” ifadesinde hayat buluyor.
Hal böyle olunca da ait olduğumuz yerin kıymetini bilmekten ve ait olduğumuz yere sıkı sıkı sarılmaktan başka bir çıkış yolumuzun olmadığı kanaatini taşıyoruz.
Aksini iddia eden varsa gelsin bize de anlatsın.