Bugün ahlaki yoksulluk toplumumuzun en önemli meselesi haline gelmiştir. Toplumumuzun hemen hemen her katmanına kadar sirayet etmiş bu bulaşıcı hastalık bütün bünyeyi sarıp bağışıklık sistemimizi çökertmeden çarelerini aramak zorundayız.
 

Bu ahlaki yoksulluğun semptomları arasında en çok görülen doymak bilmez boğaz dürtüsü, mide kazıntısı, göz açlığı gelir.

Bu hastalığın semptomlarından kurtulmanın tedavisinde bol bol yalan, hırsızlık, gıybet, riya, kul ve kamu malına el uzatmak en çok başvurulan yöntemler arasında. 
 

Bu hastalığı bir nimet olarak görenlerin pek tabi ki tedavi yöntemleri de bu minval üzerine geliştirilmiştir.

​Bu bulaşıcı hastalığa yakalananlar, bazen akla gelmedik yöntemlerle vergi kaçırmak için her yolu denerken, bazen hakkı yerine bin kat daha fazla kar elde etmek için yemin billah yalan söylerken, bazen kamunun malını türlü hilelerle iç ederken, bazen milletin yiyeceğine, içeceğine hile katarken, bazen ar ve haya sınırlarını zorlayarak gayesine ulaşmak için her yolu mübah görürken kendilerini gösterirler.

​Bu hastalık bunların  önce utanma ve ar damarlarını çürüttüğü için ,gözünüzün içine baka baka yalan söyleyebilirler.

Her şeyi, her yolu kendilerine mübah görürler. Bunların utanma ve ar damarları çatlamıştır, işlevsizdir.

​Bir uyanık, acar müteahhidin, ulaştıkları her yerde kamu görevlilerine bu virüsü enjekte ederek kendilerine haksız kazanç ve ikbal kapısı araladığındaki kişisel hazzını modern tıp henüz ölçebilecek bir alet geliştiremedi.

Burada işleyen iki taraflı haz var. 

Ancak bunların yediği köftelerin kokusunu toplum, bağırsaklardan anüse ve oradan dışarı saçıldığında soluyor. 

Bu koku çok rahatsız edici bir koku. 

Âşık Paşa'ya göre; “insanın gözü âlemi yutsa doymaz, ancak bir avuç toprakla doyar” diyor.

Sizin gözünüzü tez elden toprak doyursun demek geliyor içimizden ama buda bizi doyurmuyor.

​ Kamu görevlileri, hizmet etmesi gereken toplumu değil, sadece zümrevî çıkarları gözeterek ahlaksızlığa davetiye çıkardığı, paranın kirli ellerde çoğaldığı, ekranların laubalilikle insanları tedhiş ettiği bir ülkede, ahlaki yoksulluk birinci meseledir. 

Koçi Bey 1631’de IV. Murad’a sunduğu, devlet idaresine ve teşkilatına dair ilmi ve resmi raporunda, açıktan açığa ve hiç çekinilmeden devlet dairelerinde rüşvet alındığını, ilmi, dini ve hukuki makamların parayla alınıp satıldığını yana yakıla anlatır.

​Öyle ki Şair; 

“Ne günlere kaldık ey gazi hünkâr

Katır defterdar oldu ,merkep mühürdar” demekten kendini alamamıştır.

Bu ahlaki yoksulluk bütün bünyeyi sarıp kangren etmeden, tedavi yöntemlerini değiştirmemiz lazım.

Bir toplumda iş bilmeyi yalanın ve hırsızlığın sağladığı ikna gücünün büyüklüğüyle, kılıç kuşanmayı haram kazancın sağladığı refahla ifade etme mantığı egemen olursa; sahtekârlık, kurnazlık itibar görürse,namuslu insanlar köşe bucak sürülürse vay o ülkenin haline.