Teknolojinin üç boyutu bulunmaktadır. Bunlardan birincisi teknolojiyi üretmek, teknolojiyi aracıya satmak, ve teknolojiyi tüketiciye satmak.

Öncelikle teknolojinin üretiminde sermaye ve bilim adamı ilişkisine değinelim ki hangi bulgularla bu sonuca vardığımız daha iyi anlaşılsın.

Bilim adamının kökeninde yeni buluşlar yaratma hayalciliği vardır. Ancak çok kısa süre içerisinde bu hayaller düş kırıklığına dönüşür ve bir zaman sonra da sermaye tükenir. Dolayısıyla tesadüfleri bir kenara bırakırsak buluşların büyük bir çoğunluğunun üzerinde çalışılarak sonuçlandırıldığını söyleyebiliriz.

Yani yapılacak buluşun hedef kitlesi olmalıdır. Aksi halde satılıp üzerinden para kazanılmayacak hiçbir buluş «değerli» değildir.

Bu anlamda aslında bilim adamının da sermaye tarafından kullanılan işçilik haline dönüştüğünü söyleyebiliriz. Bu konuyu biraz daha açacak olursak;

Örneğin Lcd televizyon teknolojisi bulundu. Ancak henüz piyasada tüplü televizyonlar kullanılmaktadır. Bu durumda beklenen bilim adamının buluşunu bütün Dünya’yla paylaşması ve mutluluğunun tadını çıkartmasıdır.

Ancak gerçekleşenin bununla alakası yoktur.

Bu noktada bir fıkra anlatıp izahı kolaylaştırayım. Ömür boyu hücre hapsi cezası alan bir mahkum, odasına giren karıncayı görünce onunla oynamaya ve vakit geçirmeye başlar. Zaman içerisinde bu oyunlar aralarında dostluk başlatır. Bir zaman sonra adam sessizliğinden yorulur ve karıncaya konuşma öğretmeye karar verir. Geçen on yılda karınca konuşmayı öğrenir.

Adamın mahkûmiyeti sürerken Rahşan hanım af çıkartır. Salıverilen adam yanına karıncayı da alır ve bir lokantaya gider. Kendine bir tabak yemek söyler. Karıncayı da kendi tabağının kenarına koyar.

Karınca adamın tabağından yemeğini yerken adam bu mucizevi durumu paylaşmak ve konuşan karıncasını tanıştırmak ister.  Garsonu yanına çağırır. Garsona dönerek tabaktaki karıncayı gösterir.

- «Bakın bu karınca» derken daha 

Garson karıncayı görür ve parmağıyla ezerek öldürüp akır.

- «Pardon beyefendi. Lokantamızda hiç böyle şeyler olmazdı. Gözümüzden kaçmış» der.

Bilim adamı da heyecanını paylaşamaz. Çünkü henüz tüplü televizyon piyasada ve revaçtadır. Televizyon satıcılarının elinde çok sayıda televizyon bulunmaktadır. 

Aslında bunun bile önemi yoktur. Çünkü üreticinin üretim hatları hala tüplü televizyon üretmektedir. Daha da önemlisi televizyonlara yayın yapan yayıncı kuruluşlar hala tüplü televizyonlarla uyumlu çözünürlükte yayın yapmaktadır.

Dolayısıyla öncelikle üretim yapan bantların, üretici tarafından maliyetinin çıkarılmış olması gerekmektedir. Üretici ancak bunu başardığında ya da pazara yeni bir rekabetçi girip bu yeni teknolojiyi zorladığında mümkün olacaktır. Tabi bu yeni rekabetçiyi durdurmak için gerekli bütün önlemlerinde alınacağı unutulmamalıdır.

Sonrasındaysa yayıncı kuruluş tüplü televizyona göre verdiği yayın için kullandığı cihazların, amiyane tabiriyle ekmeğini yemiş ve bu kadük kalacak olan teknolojiyi alacak Üçüncü Dünya alıcısını bulmuş olmalıdır. 

İşte bu noktadan sonra tüketici için teknoloji sunulabilir hale gelmiştir. 

Teknolojiyi sunanlar ve yatırımlarını yapanlar bir an evvel, yatırımlarının parasını çıkarmak isterler. Ne kadar çabuk bu para çıkarılırsa ardı sıra gelecek yeniliklerin önü açılır. Buradaki duraksama ise teknolojiyi yavaşlatacaktır.

Bu noktada esasen bulunan teknolojinin ne olduğu önemsizleşirken, sunulmaya hazırlanan teknoloji ise «son» teknoloji haline dönüşmektedir.

İşte bu hızlandırıcı döngü de tüketicinin karşısına fırsat olarak çıkmaktadır. Örneğin bir bilgisayar alacaksınız ve fiyatı 50 birim. Siz eğer bir model düşük modeli alırsanız 35 birimden alabilirsiniz. İki yıl sonra kendi istediğiniz bilgisayarı da 15 birimden alabilirsiniz.

Özetle teknolojinin hızını bilim adamının yetenekleri belirlememektedir. Tüketici hedef kitledir. Ancak hedef kitlenin olgunlaştığına sermaye karar vermektedir.