Günümüzde «Bir hafta tatil için çalışmıyor muyuz?» artık motto haline geldi. Kiminle konuşsanız tatildeyim, tabi harcayacağım. Zaten ne için çalışıyoruz cümlesini işitiyorsunuz.

***

Şimdi bu noktaya nasıl geldik, geçmişte böyle miydi? Konuları üzerine biraz zihin yoralım. Bir defa cumhuriyet öncesine gittiğimizde seyahat özgürlüğü olmadığından zaten tatil kavramından bahsedemeyiz. Öyleyse tatil kavramının cumhuriyet içerisinde geliştiğini söyleyebiliriz.

Yeniden eşyanın tabiatından hareket edecek olursak tatilin olabilmesi için iki unsuru oluşması gerekir. Bunlardan birincisi tatil yapmak isteyen kişi, diğeri ise tatil yapmak isteyen kişiye, bu imkanı sağlayan kurumların varlığıdır.

Ülkemizde bu kavram yoğun olarak seksenlerde dile getirilmiştir. Ülkemizin turizm cenneti olabileceği, güneşin uzun aylar boyunca etkili olduğu Ege ve Akdeniz bölgelerinin bu hamle için çok uygun olduğu düşünülmüştür.

Bu kapsamda bir yapılaşma hamlesi yapılmış, ülkemizin güney sahillerinde ormanlar kesilerek, yakılarak adeta şantiyeye dönüştürülmüştür. Böylelikle atılım başlamış, yurt dışından gelecek turistler için tatil köyleri inşaa edilmiştir.

Ancak ilk hamlede teşvik edilen yatırım beklendiği şekilde gerçekleşmiş olmasına rağmen hamlede eksik kalan bir kısım vardı. Turist gelmeye gelmişti. Ancak bir miktar boşluk kalmıştı. Üstelik her yıl aynı sayıda turistte gelmiyor, rutin sağlanamıyordu. Turist gelişini ülkenin dış ilişkiler stratejisi belirliyordu. Dolayısıyla turizm yatırımcısı ülkenin dış ilişkilerine yön veren unsurlardan biri haline gelinmişti.

Tam da bu dönemde Marmara Denizinde, özellikle de İstanbul ve çevresinde kirlilik hasıl olmuştu. Televizyonlar her gün, ilçe ilçe, İstanbul sahillerinde  kolibasili oranı açıklamaktaydılar.

Oysa o günlerde bir anket yapılsa ve artık İstanbul ve çevresinde denize girmenizi yasaklayacağız. Bunu kabul ediyor musunuz? diye bir referandum yapılsa tersi olasılık bile değil bu yasak reddedilirdi.

Ancak böyle bir referanduma tabi ki gerek duyulmadı. Dönem yöneticileri kendi inisiyatifleriyle denizi doldurmaya ve bütün plajları yok etmeye karar  verdiler. Artık bu geri dönüşü olmayan bir yoldu. Ve bundan sonra asla deniz kullanılamayacaktı.

Artık bu şehrin ne plajlarında ne de sahillerinde güneşlenilemeyecekti. Öyle içinde yürüdükçe yavaş yavaş derinleşen deniz hayal olacaktı. Balıkçı takaları, kıyıya yanaştırılmış sandalların hepsi artık marina işletmelerine müşteri haline geleceklerdi.

Buna o yıllarda hiç tepki gösterilmedi mi? Diyecek olursanız, bırakın halk tepki göstermeyi, dönemin iktidarına sahil yolu yapıp trafiği rahatlattığı için teşekkür bile etti.

O yıllara kadar ülkenin dörtte biri nüfusa sahip bu büyük metropolde tatil kavramından söz edilmemekteydi. Zaten deniz insanımızın dibindeydi. Her hafta sonu sahile inmek, deniz kıyısında çıplak ayaklarla, dalga zaman zaman ayaklarınızı yalarken yürümek mümkündü. Hafta içi iş çıkışı eve gitmeden önce denize girip serinlemek işten bile değildi.

Bu süreçte; dönem radyo programları ve devlet televizyonu, yeni turizm tesislerinin haberlerini yapmaya hız vermişlerdi. Geniş kitleler haberlerden etkileniyor, hiç ayrılmadıkları, yaşam alanlarından uzaklaşmak, bu yeni yerleri görmek hayallerine kapılıyorlardı. Böylelikle gezmek insanımızın zihnine düşmüştü. Küçücük köyünde mutlu olan insanımızın içi içine sığmaz olmuş, yeni yerler görme hayalleri onu mutsuz etmeye başlamıştı. Uzun yıllar sonra bu hayaller gerçekleşip fotoğraflarla paylaşıldığı günlerde de eski mutlu günlerine kavuşamayacaktı.

Şimdilerde bayramlarda kilometrelerce uzanan araç kuyruklarının tohumları işte burada yatmaktadır. Toplumumuz kredi kartıyla bir hafta tatile çıkıp sonrada bir yıl boyunca bu küçük ve sonrasında hezeyanlar bırakan tatilin borcunu ödemekle meşguldür.

İnsanımızı bu paraları harcayıp gezmek mutlu ediyor mu? Aylarca sancısını çekmiyor mu?  Yiyecek almaya parasının yetmemesi, kanına dokunmuyor mu? Öyleyse bu zulüm niye? Niçin popüler kültür herkesi tatil yapmaya zorluyor. Niçin tatil yapamayan bunun için utanıyor? Bu konuyu herkes içinde bir kez daha muhakeme etmelidir.