Tarih boyunca sıklıkla savaşlara rastlarız. Ve tarih boyunca esasen asiller için köleler savaşırlar. Bir dönem Akdeniz Osmanlı egemenliği altında olduğu yıllarda Akdenizde yılda sadece bir defa deniz savaşı yapılırdı. Osmanlı donanması Haliç’ten hareket eder ve Dersaadetin kapılarından çıkarak Akdenize ilerlerdi.

Yeri gelmişken yanılsamalara mahal vermemek için bu aşamada o yıllarda Ege Denizine, Akdeniz denilmekteydi. Atatürk’ün Büyük Taaruz sırasında «Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir. İleri… » sözlerinden de İzmire işaret edildiği bilinmektedir. Yani bugünkü Ege Denizine.

Bu hatırlatmanın ardından tekrar konumuza dönecek olursak Akdeniz’e inen Büyük Osmanlı Donanması düşman deniz kuvvetleriyle karşılıklı cepheleşirlerdi. Birbirine atışlar yaparlar ve ardından donanmalar geri dönerdi.

Bu karşılaşmalarda galip gelen Osmanlı, karşılaşmalar dışında kalan süreçte sıcak denizlerin savunmasını korsan reislere emanet ederdi.

Barbaros Hayrettin Paşa bunlardan biriydi. 1544 yılında Cenova kenti açıklarına güçlü bir donanmayla gelmiş ve Turgut Reis’in serbest bırakılmasını talep etmiştir. Andrea Doria’nın 3500 duka altını kabul etmesi sonucunda Turgut Reis serbest kalmıştır.

Esasen bende sözü Turgut Reis’e getirmek istiyordum. Çünkü Turgut Reis yazdıklarıyla bir dönemin ruhunu aydınlatmış hatta bugünlerde yaşanması muhtemel savaş senaryolarına da başka bir gözle bakılabilmesini sağlamıştır.

1546 yılında Barbaros Hayrettin Paşa’nın vefatı üzerine Akdeniz’deki Osmanlı deniz kuvvetlerinin komutanlığına getirilmiştir. 2 yıl boyunca çeşitli deniz saldırıları yapmıştır. 1548 yılında Cezayir Beylerbeyi unvanına layık görülmüştür. 1550 yılında Tunus kıyılarında önemli zaferler elde etmiştir. 

Turgut Reis; yaptığı deniz muharebelerinde eğer bir asil görürlerse onu öldürmelerinin yasak olduğundan söz eder. Hatta asili öldürmemek için büyük gayret göstermek zorunda olmalarının savaşı ne kadar zora soktuğunu anlatır.

***

Asilin canlı olarak ele geçirilmesi gerekmektedir. Sonrasında İstanbul’a teslim edilir. İstanbul hükümeti, uygun gördüğü fidye karşılığında kılına zarar verdiği asili, teslim eder.

Hülasa aslında savaşlarda sadece köleler ölmektedir. Tıpkı o gün olduğu gibi bugünde asillere hiç zarar gelmemesi üzerinde durulmaktadır.

İşte yaşadığımız yüzyılın en büyük açmazı da budur. Çünkü asiller bir kez daha kana susadırlar. Savaş çıkarmak istiyorlar ama bu defa bu savaşı kendilerine zarar gelmeden nasıl yaptıracaklarına ilişkin yöntemi bir türlü bulamıyorlar.

Kölelerin eline silah verdiklerinin birinde tarihin seyrini değiştiren Fransız Devrimi gerçekleşmiş, etkilerini silebilmeleri uzun yıllar almıştı. Son dağıttıklarında ise köleler devlet kurmuş ve etkilerini silmek için III.Dünya Savaşı’na gerek duyulmuş buna rağmen 90’lara kadar dalgaları durdurulamamıştı.

İktisat bilimi için yapılan tanımlardan en etkilisinde; «Kıt kaynakların, sınırsız ihtiyaçlar karşısında yönetilmesi bilimidir.» denilmektedir.

Dolores Cannon; Dünya Nüfusunun:

- %1'i Dünyayı yönetir,

- %4'ü %1'in koruyucusu ve kuklasıdır,

- %90'ı uykudadır,

- %5 ne olduğunu bilir ve %90'ı uyandırmak ister,

- Ve o %1, %5'in %90'ı uyandırmasını istemez,

-          Bunun için de %4'ü kullanır...

Demektedir.

Yani esasen milli gelirin çok büyük bir kısmı, küçücük bir asil grubun kontrolünde olmasına rağmen bu yeterli gelmemektedir.

Kıt kaynakları artırmak güçtür. Öyleyse sınırsız ihtiyaçları azaltarak, kıt kaynakları arttırmak mümkündür.

Turgut Reis’in değindiği asillerin kılına zarar gelmemesi açmazı çözümlendiğinde gidilmek istenen bellidir. Bu açmazın ise biogenetik ve teknolojinin birlikte çalışması ile aşılacağı elitler tarafından öngörülmektedir.