Son dönemlerde hayatımızın her alanında bizi derinden etkileyen müthiş savrulmalar dolayısı ile son derece karışık bir ruh hali ile olup bitenlere anlam yüklemeye çalışıyoruz ancak bu konuda başarışı olduğumuzda maalesef söylenemez.
Son birkaç yazımızda da belirtiğimiz gibi başta siyaset olmak üzere hayatımızın hemen her noktasında yaşadığımız savrulma yüzünden psikolojimizin de yerlerde olduğunu kabul etmemiz gerektiğine inanıyoruz.
Bu toz duman arasında “yaşadıklarımızı nasıl yorumlayacağız?” diye düşünürken bir dost sohbetinde birlikte olduğumuz bir arkadaşımızın dudaklarından “Hakikatin önemsizleşmesi” şeklinde bir ifade dökülünce o anda kendi kendimize “işte aradığımız söylem bu” dediğimizi hatırlıyoruz.
Söz konusu “hakikatin önemsizleşmesi” söylemini unutmayalım aklımızdan çıkmasın diye başta cep telefonumuzun not defteri olmak üzere ajandamıza, takvimlerimize belirgin bir şekilde yazıp durduk.
Son on yıldır hatta ondan daha az bir zaman dilimi içerisinde yıllar yılı var olduğunuz düşündüğümüz hatta kırmızı çizgimiz olarak tartışılmasına bile izin vermediğimiz çok sayıda hakikatin yıllar içerisinde nasıl önemsizleştiğini bugün görüyor gördükten sonra da kendimizi derin acılar içerisinde buluyoruz.
“Hakikatin önemsizleşmesi” aslında dünyada dini, dili, ırkı, milliyeti ne olursa olsun tamamı için kendisini var eden felsefi bir gereklilik olsa gerek.
Yıllar yılı bir kale gibi koruduğumuz ve kendimizi o kalenin muhafızı olarak gördüğümüz hakikatlerin bir anda değersizleşmesi daha doğrusu değersizleştirilmesinin ortaya çıkardığı sancı kabul edilir gibi değil.
Söz konusu “hakikatin değersizleşmesi” daha çok siyaset arenasında kendisini gösteriyor.
Yıllar yılı bir idealin bir davanın peşinden koşan ve söz konusu idealler dolayısı ile kendisine bir misyon yükleyen kim varsa bugünlerde derin hatta çok büyük bir hayal kırıklığı yaşamak zorunda kalıyor.
Hayatımıza yön veren bizi biz yapan ne kadar hakikat varsa yukarıda da belirttiğimiz gibi bizi her gün parça parça terk edip aramızdan ayrılıyor ve bizi derin bir yalnızlık içerisinde bırakıyor.
Peki yaşadığımız söz konusu bu “hakikatin önemsizleşme” sendromunu atlatamadığımız takdirde nasıl bir hayat yaşayacağız, daha doğrusu yaşayabilecekmiyiz, sığınmaya çalıştığımız ve kendimizi koruduğumuzu düşündüğümüz bu hakikatler bizi tamamen terk ettiğinde baş başa kalacağımız “ savunmasızlık” halinden hangi bedelleri ödeyerek çıkacağız?
Bu kadar önemsizlik içerisinde bizi değerli kılacak enstrümanlardan mahrum kalmanın yani doğru olduğuna iman ettiğimiz hakikatlerin birden bire bu kadar hızlı bir şekilde önemsizleşmesi umarız bizi insanlıktan çıkartıp bir makinaya dönüştürmez.
Zira gidişat maalesef o şekilde..