Erol Güngör , “Bir şeyin izahını yapmak her şeyden önce onun tarihine bakmak demektir.” demiştir.
Bizi izah etmek içinde dünya üzerinde kendini adı ve görüntüsü ile gösteren, manamızı ifade eden varlığımıza bakmamız gerekir.
Varlığımız köklerini dayadığı manamızda gelişip büyümüştür; gelişip büyüdüğü bu alan ise coğrafyamızı oluşturmuştur.
Coğrafyamız mekânımız olarak manamız ve varlığımızla şekillenip bizim tarihimizi meydana getirmiştir. Kökleri kavi bağlarla uzanmış sağlam medeniyetimiz böylece dünya coğrafyasında ve tarihinde yerini almıştır.
Dünyanın mana ve mekân olarak her daim odak noktasında olan Türkler, iyiliğe, güzele, huzura giden yolun her zaman başında olmuştur.
Mutsuz olduğu yerden ayrılması Kavimler Göçünü başlatmıştır, yaşadığı bütün coğrafyalar onunla abad olmuştur.
Kültürün sanatın bilginin mutluluk getirdiği bir coğrafya yaratmıştır. Bunu da Kutadgu Bilig ile taçlandırmıştır.
Bilimin anası felsefe, babası tarih ise mekânı ve geliştiği yerde elbette coğrafyadır. Tarih zamanı incelerken coğrafyada milletlerin geliştiği mekânı inceler.
Bugün Anadolu Türk’ün ruhu ile yoğrulmuştur,”ana” diyerek seslendiğimiz bu topraklar maddi ve manevi varlığımızın kaynağı olmuştur. “Askeri İkta” ile Selçuklulardan bu güne parlayan bir yurdu, mücevhere dönüştüren Türkler olmuştur.
Eski yurtlarımızı düşündüğümüzde nasıl gönlümüz Kırım Yarımadası’nda Kazan’da atıyor ise, şah damarımız Türkistan hayallerimizde Kerkük Musul Halep rüyalarımızda yaşıyor ise zamanımız ve mekânımız demek ki bizi biz yapan kavramlardır.
Kaybettiğimiz her coğrafya bir kısmımızı almış bizden, orada bıraktığımız, o yerde yaşamaya başlamış o parçamız…
Ural’a ağlamışız, Altay’a yanmışız, Tanrı Dağı’nda soluklanmışız, Tuna’dan geçip, İdil’den çıkmışız, Orkun’da ruhumuzu kandırıp, Hazar’da maviye dalmışız; Issık Göl’de Maral Ana’mız ile dertleşmişiz, Sibirya’da üşümüş, Ortadoğu’da yanmışız… Ötüken’den ayrıldık ayrılalı gün yüzü görmemişiz.
Baykal Gölü’ne içini döken Orkun Nehri’nin doğusuna diktiğimiz ve bize ait bir mekânı işaretlediğimiz ve bizi anlattığımız Orkun Abideleri tarihimizin ve kültürümüzün şaheseri olarak bize ait bir coğrafyada dimdik ayaktadır.
Mekânın ve tarihin iç içe olduğu en güzel örnektir.
Türklüğü anlamak ve anlamlandırmak için dolaştığımız iklimlere ve mekânlara göz atmamız, bizi kendi gerçeğimizde değerlendirmemiz elbette ki başat yoldur; değil ise Türk’ü başka iklim ve mekânlarda arar isek; adımlarımız aksak, sözlerimiz eksik ve yaşanmamış duygularla yolda soluksuz kalırız.
Nietzsche’nin “ Tarih ancak güçlü kişilikler tarafından çekilip taşınır, güçsüzler ise onu bütünüyle söndürürler” sözleri ile şimdilik ilk buluşmamıza virgül koyuyorum. Esen Kalınız.
Tanrı Türk’ü Korusun.