1978 yılının  tam yaz ortalarında Temmuz ayında ayak basmıştık Gebze’ye… Bu yaz Allah nasip ederse tam 42 yıl dolacak Gebze’ye ayak basmamız…Edirne’den, Kapıkule’den indiğimiz trenden yüklenmiş o tıka-basa eşya ile dolu kamyonumuz  Gebze’ye doğru yol almaya başlamıştı…Biz 5 kişilik çekirdek aile, Babam rahmetli, annem ve benimle birlikte iki kardeşim Gebze’ye doğru yola çıkmıştık… Trakya ovasının uçsuz bucaksız  daha çok  ayçiçekleri ekili arazilerin içinde eski Londra asfaltı tabir edilen yoldan İstanbul’a doğru yol alıyorduk…Eşyamızı Gebze’ye götürmek için tuttuğumuz kamyonun kasetçalarından Ferdi Tayfur’un şarkı sesleri duyuluyordu bu arada: “ Susadım Çeşmeye Varmaz Olaydım…”

Gebze’ye gidecektik ve bizden önce yani Mayıs ayında gelip Gebze’ye yerleşen Dayımın da çabası ve yardımı ile bize kiralık olan tutulan evimize doğru yol alıyorduk…

18 yaşında liseyi daha yeni bitirmiş ve bitirir bitirmez yola çıkmıştık Türkiye’ye doğru ailemle birlikte…

Gebze her ne kadar da bizim henüz ayak basmamış bir yer olmasına rağmen bize hiç de yabancı bir değildi… Aksine Gebze’yi gıyabında çok biliyor ve duymuştuk… Kimden mi?

Rahmetli dedem Kasım Hoca’dan…

Rahmetli Dedem, askerliğini Gebze’de yapmış bize anlattığına göre ve Gebez’de askerliğini yaparken büyük ve kocamaan bir camiden bahsediyordu… İşte Dedemin de  vakit namazlarını kılmış olduğu bu bu kocaman camii: Gebzemizin tarihi medar-ı iftiharı Çoban Mustafa Paşa Camii ve Külliyesi idi…

Dedem biz daha buraya gelmeden önce 1970 yılların başlarında vefat etmeden önce  annem başta olmak üzere dayımlara vasiyeti şuymuş: “Türkiye’ye giderseniz Boğaz’ı geçin ve Anadolu’ya geçin orada Gebze var… Gebze güzel ve havadar bir yer. Oraya yerleşin…”

Onun vasiyeti üzerine bize de göç yolu görününce bize de rotayı Gebze’ye doğru kırmak oldu…

***

Eşya dolu kamyon batıdan gelerek Eski Londra asfaltından tam rota doğuya doğru yani İstanbul’a doğru yol alıyor…Bir zaman sonra  sağımızda ve solumuzdaki artık nerede ise sonsuz sandığımız Ayçiçek tarlaları son buldu ve kamyonun sağ kısmında  bu kez uçsuz bucaksız bir mavilik belirdi…

İşte bu 1978 yılında ilk kez hayatımda gördüğüm Marmara deniziydi. Marmara denizi ile böyle tanıştım…Uzun bir süre Marmara’yı izleyerek yol aldık.. Ve bir süre sonra  sırasıyla iki büyük göl geçerek kalabalık evlerin arasına girdi kamyonumuz… Burası besbelli artık İstanbul’du…

Bakırköy-Topkapı-Haliç Köprüsü istikametinde muhteşem İstanbul’un içerisinde bulduk kendimizi…Sağımda Galata Kulesi…, solumda uzanan Haliç…

Bir süre gittikten sonra Masmavi Boğaz tüm güzelliği ile karşımıza çıktı…

O kitaplarda okuduğumuz ve gördüğümüz İstanbul’un mavi incisi Boğaz tüm muhteşemliği ile karşımızdaydı. Bir yandan Boğaz Köprüsü’nden Anadolu tarafına geçerken, bir taraftan da  Dünya’ya gözlerimizi açtığımız Avrupa kıtası ile de vedalaşıyorduk ve bizim ailemiz açısından yeni bir hayata yeni sayfalar açılıyordu…

Türklüğe bin yıllık vatan olan Anadolu topraklarındaydık artık… Yani atalarımızın ve büyük dedelerimizin geldiği topraklara bizde ayak basmıştık…

Bir süre gittikten sonra kamyonumuz Londra asfaltından çıkıp sola doğru bir yere saptı biraz gittikten sonra bir yerde durduk…

Burası Gebze Güzeller mahallesiydi…

Yıl 1978… Aylardan  Temmuz’un 17’si…

Yani bundan sonra oturacağımız ve yaşayacağımız mahalle…

Bizi dayımlar karşıladı.

 Yorgunduk, ancak heyecanlıydık…

 Yol yorgunu idik ancak geldiğimiz yeri bir an önce görüp gezme heyecanını da içimde zor tutuyorum…

***

Bugün 42 yıldır yaşamış olduğumuz Gebzemiz ile böyle tanıştım…

O zaman yaşım onsekizdi şimdi artık 60’a merdiven dayadık…

Hiç unutmuyorum Rahmetli babamla ilk işimiz, eşyayı indirdikten sonra, oturacağımız evde biraz soluklandıktan sonra  Eski Çarşı’ya çıkmış ve gördüğümüz ilk manav dükkanından, (Bugünkü Japon pazarının karşısında idi burası. Bomonti Saim’in yanıbaşında…) evde annemizin yemek yapması için sebze almış ve sonra eve gelirken de Ali-Nusret Çırak kardeşlerin işlettikleri ekmek fırınından sıcacık ekmek alıp evimizin yolunu tutmuştuk…

Zaman hızla akıp gidiyor…

70’li yıllar son buldu, arkasından 80’li yıllar geldi..

Daha sonra akabinde bir süre ailecek İstanbul’da yaşayıp da 80 öncesi İstanbul’un havasını solumak da bizlere nasip oldu…

 İstanbul’da 80 öncesi anarşinin kol gezdiği o zorlu günlerde,

 Tüpgaz , ekmek, kıyma kuyruklarını gördük ve yaşadık…

1979 Sıkıyönetim günlerini…

 Her akşam korkarak eve toplaşmanın çok zor olduğu o günleri elbette yaşadık…

Gebze’de almış olduğumuz arsamızın ödenebilmesi için  birkaç yıl ailecek Bakırköy, Güngören, Bağcılar tarafında yaşadık…

 Güngören- Söğütlü Yayla-Topkapı- Şişli, Gültepe arasında az mekik dokumadık 80 öncesi işlere gidip gelinmesinde…

 Askerlikti, sonra evlenip yuva kurmak, akabinde çocuklarımızın dünyaya gelmesi ile başlayan hareketli yaşamın ardından bugünlere geldik çok şükür…

Anlatılması belki özet olarak kolay ancak 40 yılı aşan bir hayatın su gibi akması ve bu süre içinde yaşanmışları bir film şeridi olarak gözlerimizin önünden geçirilmesi insanı inanılmaz şekilde duygulandırmaya yetiyor da artıyor bile…

Hem de sudan da hızlı…

Bugün yaşamış olduğumuz Gebze’de bu süre içerisinde bir çok anılarımız var artık…

 O zamanlar Gebze kendisine bağlı nahiye, mahalleleri  ve  köyleri ile birlikte yaklaşık 68 bin nüfuslu bir yerdi toplam olarak…

Şimdi uçtuk gittik…

Sanayi Bölgeleri filan derken Gebze’nin genişleme alanları da elinden alındı gibi bir şey…

Hem nüfus bakımından çok büyüdük, hem artık Gebze’nin genişleme alanı  çok daraldı…

Gebze artık kendini kaldıramıyor…

 Bu nüfus çok fazla…

Gebze inanın 70’li, 80’li yılları bile artık çok arıyor…

Bundan sonra Gebze’nin geleceği için Çalıştaylar ivedi olarak yapılmalı ve Gebze’nin sorunları ivedi olarak masaya yatırılmalıdır…

O yakın tarihlerdeki Çalıştayları bile özledik…

 Nerede ise yaklaşık 20 yıldır Çalıştay yapılmıyor Gebze için…

GEBZE, TİTRE VE ARTIK KENDİNE GEL!

Yarın çok geç olabilir…

Herkese mutlu ve sağlıklı hafta sonları diliyorum.

 SAĞLICAKLA KALINIZ!