İklim değişikliği ve küresel ısınma hakkında uzun zamandır yazmak istediğim yazıyı derinlemesine yaptığım araştırma sonrası nihayet yazmak istedim.
Okuyan herkesin anlayabileceği yalınlıkta yazmaya çalışacağım.
Dünyamızı aydınlatan güneş ışınlarımız aynı zamanda dünyamızı da ısıtıyor. Aydınlık, gecemizi gündüzümüzden ayıran ve aynı zamanda ışınlarının yararlı etkisi ile tüm canlılara yaşam kaynağı yaratan bir etkisi vardır. Bitkilerin enerji kaynağının temelini oluşturan kimyasal gücün ana faktörü olan fotosentez olayının da gerçek sebebi, güneş ışınlarının dünyamıza ulaşmış olmasıdır.
Diğer taraftan dünya üzerinde yaşayan tüm canlıların yaşam sürmelerini dengeleyen ve belli bir sıcaklık ortamına ihtiyaç duyduklarını biliyoruz.
Bu günkü bilim ışığında hangi tür canlının hangi sıcaklıkta en verimli (optimum) sıcaklığa ihtiyaç duyduğunu da biliyoruz artık.
Hatta bu sıcaklığı standart normlarla “normal şartlar altında” diye tanımladık. İnsanlar, hayvanlar ve tüm nebatat için optimum yaşam sıcaklığını da biliyoruz.
Şimdi gelelim küresel ısınma meselesine;
Güneş ışınları dünyamız yüzeyine geldikten sonra dünyamızdanyansıyan ışınlar, atmosferi geçerek dünyamızı terk eder. Bu süreçte ışının dünya üzerinde oluşturduğu sıcaklığın dengelenmesini sağlayan atmosferdeki ışın geçirgenliği yardımı ile dünya yüzeyinde ısı artışı oluşmadan bir ısı dengelenmesi sürer.
Ve bu ısı dengesi her yeni gün yeni ışınların gelmesi ile yeniden sürdürülür. İşte atmosferimizdeki ozon tabakada birikmiş olan sera gazı dediğimiz Karbon dioksit (CO2), metan (CH4) ve nitrojen oksitler (N2O) gibi gazların dünyamızı terk etmeye çalışan güneş ışınlarının geri dönmesine izin vermeyerek dünyamızın yüzey sıcaklığını arttırmasına küresel ısınma ve bu nedenle oluşan meteorolojik olayların tümüne iklim değişikliği diyoruz.
Sera gazları pek tabii ki insan eliyle üretilen gazlardır. Çoğunluğunu fosil yakıt ve türevlerinin kullanılması ile üretilmesi aşamasındaki çıkış gazları oluşturduğu diğer çoğunluğunu ise bu fosil yakıtlarının enerjiye dönüşümü teknolojilerinin (ekzos) çıkış gazları olduğunu biliyoruz.
Diğer sera gazlarından en önemlileri olan metan ve nitrojen ağırlıklı gazlarında sanayii ve teknoloji devrimi sonrası işlem gören kimyasalların çıkış gazi olduğu görülecektir.
Peki gerçekten çok arttı mı dünya sıcaklığı?
Son yüz elli yıldır ölçülmeye çalışılan dünya sıcaklık değerlerimizdeki artışın 1 dereceye ulaştığı bu artışın büyük kısmı 1950 sonrasında daha çok arttığı gözlemlenmiştir.
19 yüzyılın sonlarında başlayan sıcaklık artışının daha çok fosil yakıtlarının kullanılmaya başlaması ile büyük ivme kazandığı görülmektedir. Sanayi devrimi ve diğer kimyasal teknolojik gelişmelerin sera gazı emisyonunu arttırdığı biliniyor.
Paris iklim anlaşması ile hedeflenen sıcaklık artışının 1,5 dereceyi geçmemesi hedeflenmiş olup 2 derece sınırının altında tutmayı amaçlamıştır.
İklim değişikliği ve küresel ısınma beraberinde;
Özellikle kuzey kutup bölgeleri başta olmak üzere yüksek dağlık kesiminin sıcaklığını daha çok etkilediği için buzulların erimesi ve aşırı yağışların artması gibi sel, tayfun ve diğer olumsuz meteorolojik doğa olaylarını beraberinde getirecektir.
Suyun buharlaşması hızında artışların yanında aşırı sıcaklıkların orman yangınlarına kadar bir çok sonucu olacaktır.
Küresel ısınmayı ilk kez dillendirenlerin başında
İsveçli kimyacı ve fizikçi SvanteArrhenius, 1896'da sera gazlarının atmosferde birikmesinin ve bu gazların dünya yüzeyini ısıttığının fikrini ortaya atmıştır. Arrhenius, karbondioksitin atmosferde birikmesinin sera etkisi yarattığını ve bu durumun küresel ısınmaya yol açabileceğini öne sürmüştür.
İngiliz mühendis GuyStewartCallendar, 1930'larda atmosferdeki karbondioksit artışını incelemiş ve bu artışın dünya ısısını artırabileceğini öne sürmüştür. Callendar'ın çalışmaları, modern iklim değişikliği araştırmalarının temellerinden biri olarak kabul edilir.
Amerikalı bilim insanı Charles David Keeling, 1950'lerde atmosferdeki karbondioksit seviyelerini ölçmek için Hawaii'de Mauna Loa Gözlemevi'ni kurdu.
Bu çalışmalar, atmosferdeki karbondioksit konsantrasyonunun arttığını gösterdi ve bu da insan kaynaklı sera gazı emisyonlarının bir sonucu olduğunu doğruladı.
Bilim adamlarının 150 yıldan beri dikkatlerini çektikleri küresel ısınma için başta müsebbipleri olmak üzere devletler ne yaptı?
100 yılı aşkın zamandan beri başta fosil yakıt olmak üzere tüm kimyasal teknolojiler ve sanayii ürünlerin üretilip işlenmesine, birbirlerini ezerek rakip tanımadan hız verdiler. Sonra mı ne oldu. Hem son çeyrek yüzyılda gelişen çip teknolojileri hem de artık yeni enerji kaynaklarını kullanan süper güçler artık eski teknolojileri kullanan ülkelere yeni bir üstünlük kurmak için bahaneler aradılar.
Bahane hazır ve yüzyıldır artan hızla dünyayı küresel anlamda etkileyen tüm olumsuzluklara bir günah keçisi kenarda bekliyordu.
Nihayet birleşmiş milletlerin öncülüğünde sırasıyla;
Kyoto Protokolü, 1997 yılında Kyoto, Japonya'da düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı'nda kabul edildi. Bu anlaşma, endüstriyel ülkeleri (gelişmiş ülkeler) sera gazı emisyonlarını belirli bir hedefe göre azaltmaya zorluyordu.
Protokol, 2005-2012 dönemi için yürürlüğe girdi. Ancak, protokolün birçok ülke tarafından onaylanması uzun zaman aldı ve ABD gibi büyük emisyon üreticileri tarafından kabul edilmedi.
Bali Eylem Planı, 2007'de Endonezya'da düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı'nda kabul edildi. Bu plan, iklim değişikliği ile mücadelede ilerlemeyi sağlamak amacıyla müzakereleri başlattı. Bali'de kabul edilen bu plan, gelecekteki müzakerelerin temelini oluşturdu.
2009 yılında Danimarka'nın başkenti Kopenhag'da düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı, büyük umutlarla başlamış ancak tam bir anlaşma sağlayamamıştır. Bu konferansta, sera gazı emisyonlarının sınırlanması ve küresel ısınmanın sıcaklık artışının 2°C ile sınırlanması hedeflenmişti.
Kyoto Protokolü'nün ilk taahhüt dönemi sona erdiğinde, 2012 yılında Doha, Katar'da Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı düzenlendi. Bu konferansta, Kyoto Protokolü'nün ikinci taahhüt dönemi için bazı ülkeler tarafından yeni taahhütler kabul edildi.
Ve sonunda
Paris İklim Anlaşması, 2015 yılında Fransa'nın başkenti Paris'te düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı'nda kabul edildi.
Bu anlaşma, dünya genelinde iklim değişikliği ile mücadele için küresel bir çerçeve sunar ve ülkeleri sera gazı emisyonlarını azaltmaya teşvik eder. Anlaşma, 196 ülkenin imzalaması ve 190 ülkenin onaylaması ile yürürlüğe girdi.
Ancak, bazı ülkeler Paris İklim Anlaşması'nı imzalamadı veya onaylamadı. İmza koymayan veya onaylamayan bazı ülkeler şunlar olabilir:
2017 yılında, dönemin ABD Başkanı Donald Trump, Paris İklim Anlaşması'ndan çekilme kararı açıkladı.
Ancak bu karar, 2021 yılında Joe Biden'ın başkanlığa gelmesiyle geri çekildi ve ABD yeniden anlaşmayı onayladı.
Rusya, Paris İklim Anlaşması'nı imzaladı ancak henüz onaylamadı.
Türkiye, Paris İklim Anlaşması'nı imzalamış, ancak henüz onaylamamıştır.
İran ve Venezuela gibi bazı ülkeler, imzalamış olsalar da anlaşmayı henüz onaylamamışlardır.
Bu ülkelerin Paris İklim Anlaşması'nı imzalamamış veya onaylamamış olmalarının nedenleri çeşitli olabilir. Bu nedenler arasında ekonomik, politik ve enerji politikaları gibi faktörler bulunabilir.
Ancak, küresel iklim değişikliği ile mücadele konusundaki çabalar genellikle tüm ülkelerin işbirliği yapmasını gerektirir ve Paris İklim Anlaşması, bu işbirliğini teşvik etmek amacıyla oluşturulmuştur.
Bu nedenle, dünya genelinde daha fazla ülkenin bu anlaşmayı onaylaması ve sera gazı emisyonlarını azaltma çabalarına katılması önemlidir.
İklim değişikliği ve küresel ısınma, siyasi ve politik etkilere sahip karmaşık bir sorundur. İklim değişikliği ile mücadele konusundaki farklı yaklaşımlar ve çıkar çatışmaları, uluslararası ilişkilerde gerginliklere neden olabilir.
Özellikle, sera gazı emisyonlarını azaltma yükümlülüğü, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında tartışmalara yol açabilir. İklim değişikliği ile mücadele, fosil yakıtlardan vazgeçilmesini ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmeyi gerektirir.
Bu, enerji kaynaklarına olan talebi ve bunların kontrolünü değiştirebilir ve jeopolitik riskleri artırabilir. İklim değişikliği nedeniyle artan kuraklık, deniz seviyelerinin yükselmesi ve aşırı hava olayları, göç dalgalarına ve sosyal istikrarsızlığa yol açabilir.
Bu, uluslararası ilişkilerde de sorunlara neden olabilir. İklim değişikliği politik bir mücadele alanı haline gelmiştir.
Siyasi partiler, hükümetler ve siyasi liderler, iklim politikaları konusunda farklı görüşlere sahip olabilir ve bu, seçimlerde önemli bir faktör haline gelebilir. İklim değişikliği ile mücadele, uluslararası düzeyde işbirliği gerektirir.
Paris İklim Anlaşması gibi uluslararası anlaşmalar, ülkeleri sera gazı emisyonlarını azaltmaya teşvik eder.
Bu tür anlaşmaların müzakere ve uygulanması, siyasi diplomasi ve çatışmaların bir parçası olabilir. İklim değişikliği ile mücadele, ekonomik dönüşümü gerektirir. Fosil yakıtlara dayalı endüstrilerin azaltılması veya dönüşümü, ekonomik çıkarları etkileyebilir ve bu da politik mücadelelere neden olabilir. İklim değişikliği konusunda gençlik hareketleri ve sivil toplum örgütleri büyük bir etki yaratmıştır.
Bu gruplar, politika yapıcılarına ve hükümetlere daha fazla iklim eylemi çağrısında bulunurken, siyasi atmosferi de etkileyebilirler.
Şimdi gelelim benim sorularıma;
- 150 yıldır iklim değişikliği ve küresel ısınma adına kılını kıpırdatmayan emperyalist güçler neden 21 yüz yılı seçti?
- Asıl sorun, dünya nüfusunun 8 milyara dayanması mı?
- Sıcaklık artışının aslında gıda ürün verimliliğini beraberinde getirecek olması neden göz ardı ediliyor.
- İklim değişikliği ve küresel ısınmanın insan kaynakları eliyle artmış olduğu kesinlik kazanmasına rağmen hayvansal gıdaların kaynakları olan hayvancılık üretiminin azaltılması yolunu öncelikle seçmiş olmaları mantıklı mı?
- Özellikle son yıllarda artan çip ve yüksek teknolojilerin yeni pazarlar aramasına bir yol olarak ilk başta gelişmekte olan ekonomilerin durdurulması için yasal bir düzen mi kurulmaktadır.
- En çok sera gazı üreten ülkelerden başlamak üzere fosil yakıt kullanımına sınırlama getirilmesi yerine neden özellikle gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerden başlamak üzere ev ödevi niteliği kazanmış taahhütlerle baskı altına alınmaktadır.
- Yüksek teknoloji içeren sağlıksız ve tehlikeli gıdaların üretimine ( yapay et,süt , yumurta ) son surat devam eden ülkelerin asıl hedefi ve kitlesi nedir?
- Sıcaklık artışı ve yağış artışlarının beraberinde gelmesi sonucu tarım ve hayvancılık potansiyelleri artan kaynaklara sahip ülkelerden başlamak üzere neden kapasite kullanım artışı yapmak yerine üretimlerin sınırlandırılması kotalarla daraltılması yoluna gidilmektedir.
- Tarım ve hayvancılıkta planlama adı altında üretimlerin kontrol altına alınarak bir şekilde üretim özgürlüğü kısıtlamalarına gidiliyor?
- Dünyayı bir tek pazar ,bir tek devlet ve bir millet gibi gören gücün kime ve neye hizmet ettiğini neden bilmiyoruz?
- Asıl amacı sera gazlarını azaltmak olan Paris iklim anlaşmasının asıl hedefi neden CO’ ve diğer gazları tutan teknolojilere çok az yatırım yaptıklarını, her türlü yüksek teknoloji sahibi oldukları halde sera gazı emisyonlarının azaltılması , var olan sera gazı emisyonlarını belli bir seviyede tutan ve azaltan;Karbondioksit Yakalama ve Depolama (CarbonCaptureand Storage – CCS,Biyoenerji ile Karbon Yakalama ve Depolama, karbonsuzlaştırma, Direkt Hava Yakalama (Direct AirCapture– DAC, deniz biyolojisi ile karbon yakalama, Mineralizasyon (Mineralization , karbon dönüşüm teknolojileri ve ormansızlaştırma ile mücadele ile bitki faunasının arttırılması projelerine ağırlık verilmemektedir.?
Sonuç: Tüm bu bilgiler altında sonuç olarak yazacaklarım şahsıma ait konu hakkındaki yorumum olacaktır.
Kesinlikle bilimsel sonuçlarla ortaya konan son yüz yıl sıcaklık artışlarına paralel iklim değişikliği ve diğer olumsuz hava olayları beklenen sonuçlardır.
Ben iklim değişikliklerinin dünyanın yaratılış yada inancınıza göre oluşumuna aykırılık teşkil eden bir süreç olduğuna inanmayanlardanım.
Dünya bu gibi felaketlere bir den çok kez maruz kaldı ve her defasında yeniden canlılığını devam ettirdi.
Aslında sera gazlarının insan eliyle oluşması gerçekleşmeseydi bile bir başka bilimsel açıklanabilecek nedenin olabileceğini, dünyanın yüzeyi ve atmosferindeki değişimleri tetikleyebileceğine inanıyorum.
İnsanı merkezine almayan yaratılış fıtratına aykırı tüm besin zincirlerine inat üretilen gıda, teknoloji, sanayii ve gelişmelerin asıl hedefinin dünyaya hakim olma hevesi ile tek tipleştirip bağımlı kılınan kendilerine hizmet edecek firavuna kul toplum oluşturma adımlarıdır.
Ne yapılırsa yapılsın dünyanın gideceği yeri de, küresel ısınmayı da durduramazsınız.