06 Şubat’ta 10 vilayetimizi yerle bir eden deprem, Uygurlardan Kazaklara, Özbekistan dan Azerbaycan’a kadar bütün kardeş Türk Dünyasını yasa boğmuştur.
Güneyimizde 10 vilayetimizi vuran deprem asrın enbüyük depremi olarak nitelendirilse de öğreniyoruz ki, dünyada çok daha büyük, geniş çaplı depremler olmuş ve oralarda bizdeki kadar mal ve can kaybına sebep olmamıştır.
Tarihin kaydettiği en büyük deprem:22 Mayıs 1960 Şili depremi, 9,5 şiddetinde 10 dakika sürmüş ve enkaz altında 3000 kişi ölmüştür. Kaydedilen 2. Büyük deprem ise 9,2 büyüklüğünde 28 Mart 1964 Alaska’da 130 civarında kişinin ölümüyle neticelenmiştir. 9,1’lik depremle 26 Aralık 2004 Endonezya da 230 bin kişi ölmüş. 9,0 Büyüklüğündeki depremle ise 11 Mart 2011 Japonya depreminde 20 bin kişinin öldüğünü öğreniyoruz.
Deprem şiddetinin büyüklüğü ve ölen insan sayısını kıyasladığımızda bizdekiler ve oralardakiler arasında kıyaslanmayacak derecede fark var.
Peki,o halde bunlar neden böyle oluyor sorusunu kendi kendimize sorduğumuzda karşımıza çok çarpıcı ihmal, sorumsuzluk ve vurdumduymazlıklarla karşı karşıya kalıyoruz. Bir içişleri bakanı düşününüz ki: “biz hazırlığımızı İstanbul’a göre yapmıştık.” Deyiversin. Bari siparişinizi de düşük ölçekli verseydiniz de depremin yıkım şiddeti düşük olsaydı.
İktidar yetkilileri vatandaşı teselli etmek için kendilerinde hiç kusur ve sorumluluk yokmuş gibi işi yine kadere bağlıyorlar, “Takdir-i İlahi” deyip haşa Allah’ı da kendi günahlarına alet ediyorlar. Hâlbuki şu an mecliste deprem öncesinde seçim kazanmak için hazırlanmış imar affına yönelik 3 adet kanun tasarısı var, inşallah bu olaydan sonra geri çekilirler.
Osmanlı dâhil cumhuriyet döneminin her felaket anında Kızılay’ımilletimiz yanında görürken bu son deprem olayının ilk günlerindemaalesef deprem bölgelerinde göremedik. Gazeteci Murat Ağırel’inCumhuriyet Gazetesinde yazdığına göre milletin hayır yardımlarıyla ayakta duran Kızılay, şirketleşmiş,Anonim Şirket olmuş ve ürettiği çadırları akıl alacak gibi değil ama Türkiye Eczacılar Odası veAHBAP yardım kuruluşu dâhil bazı kuruluşlara ücreti mukabilinde satıyormuş.
Her ne kadar burunlarından kıl aldırmasalar da devletin kurumları zamanında deprem bölgesine yetişememişlerdir. 2010 yılında EMASYA Protokolü’nün kaldırılması askerin sahaya geç intikaline sebep olmuştur.
Depremde enkaz altından canlı çıkaracak öncü kuruluşlarımızdan Kömür madeni ocaklarımızın işçileri dâhi Zonguldak, Amasya ve Soma’dan depremin 2. Ve 3. Günü ancak hareket etmişlerdir. Hâlbuki enkaz altından insan kurtarmak zamanla yarış demek oluyor ki ilk 24 saat bunun için çok önemlidir.
Anayasamıza göre Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanına aittir. Özellikle Partili Cumhurbaşkanlığı sisteminden sonra yetkileri daha da artırılmış bütün yetkiler tek adam da toplanmıştır.
Cumhurbaşkanı, Devlet başkanı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin eder. Türk Milletinin birliğini temsil eden bir Cumhurbaşkanı nasıl olur da depremde yardımların gelmediğini veya eksikliklerin olduğunu söyleyen vatandaşına veya muhalefet liderine: “be ahlaksız, be namussuz, be adi, günde yaklaşık 2 buçuk milyon insana Kızılay yemeğini ulaştırıyor, böyle vicdansızlık olur mu?" diyebilir?
Hükümet yetkilileri muhalefetin eleştirilerini not alıp, zamanı geldiğinde onlara bunların hesabını soracaklarmış…iyi olur. Millet te yukarıda sıralanan küfürleri not alıyor ve inşallah seçim sandığı önlerine geldiğinde onlar da gerekli cevabı kullanacakları oylarla verirler.
Şair Mihri Belli’nin, 70 sene önce kaleme aldığı “ANAYASO” adlı şiirinden kısa bir parçasısizce de bu günümüze hitap etmiyor mu?
“Gara dağda, gar altında ufağufağmezerler
Yeddi ceset hetimhetimZap Suyunda yüzerler
Hökümata arz eylesem azarlar
Ben ketimo
Ben hetimo
Ben ne biçim vatandaşım hooybabooov ?”
Sağlıklı kalın.