Pendik’ten gelen trenden inmiş, bomboş olan Kirazpınar otobüsüne binmiştim.
 

Birkaç duraktan geçtikten sonra Gebze Çoban Mustafapaşa Cami önündeki durağa geldik.

Durakta bekleyen kalabalık ile birlikte iki çocuk ve iki kadın da ellerinde iç içe geçmiş plastik sandalyeler ile otobüse bindiler. 


Dört yaşındaki erkek çocuk hemen boş bir koltuğa oturdu ve 8 yaşlarındaki ablasını yanına çağırdı.

İki kadın ellerindeki malzemeler ile otobüsün en arkasına gittiler ve 4 yaşındaki erkek çocuğu da yanlarına aldılar. 


Otobüs sakin sakin giderken erkek çocuk ablasıyla birlikte sandalyelere oturma yarışına girdiler ve kahkahaları arabayı inletmeye başlamıştı.

Çocuklar için her yer oyun alanı idi ve zevk alarak yolculuk ediyorlardı.

Anne hemen müdahale etti.

Sessiz olmalarını istedi. Bazen de kollarından çekiştiriyordu.

Sustular ama duramadılar, 10 saniye sonra kıkırdamaları yine başladı.

Annesinin uyarısıyla kahkahaları yine sustu. Sık sık aynı durum tekrarlanıyordu.


İçimden “Çocuklar susmayın!” demek, “Susun!” diyenlere isyan edesim geldi.

Niye susuyoruz ki?

Hele susmak küçük çocuklara hiç yakışmıyor.

Biraz konuşmak mı lazım?

Biraz sesleri duymak mı lazım? Susmayın çocuklar, yoksa ömür boyu sesimiz çıktıkça birileri bizi susturacak.  


Ailede büyükler “Susun!” diyecek…
Okulda öğretmen “Susun!” diyecek…
Sokakta arkadaşlar “Susun!” diyecek…
İş yerinde amir “Susun!” diyecek… 
Diyecek de diyecekler… 


“Söz gümüşse sükut altındır.” Atasözünü de dinlemiyorum.  

Sonra da sesimiz çıkmadan ve sessizce bu dünyadan göçüp gideceğiz.