Bugün sabah kahvaltı yaparken bir yandan da televizyon kanallarında geziniyordum. Kanalın birinde deprem bölgesinden bir duyarlı vatandaş bir hoca efendiye bir soru yöneltmiş telefonda cevabını bekliyordu. Soru şu:
-Deprem bölgesinde dört dairem vardı yıkıldı ancak bankada 500 gr altınım var. Bu altınlarıma zekât düşer mi?
Bu soruyu işittiğim de bir yanım çok sevindi diğer yanım üzüldü. Bir yanda insanlarımızın bu felakette bile ortaya koydukları güzel hassasiyetler, diğer yanda toplum olarak bu felaketlerin bu kadar acı yaşanmasına sebep olan vurdumduymazlıkları. Bir yanımız hep yaz köşesi, diğer yanımız hep kış köşesi olmak zorunda mı? Bir yanda içimizi ısıtan insan doğduğumuza, insan olduğumuza şükrümüzü artıran manzaralar, diğer yandan felaketlerden rant devşiren insanlığımızdan utandıran, insan olduğumuzdan utandığımız çirkinlikler. Şüphesiz hoca efendi dili döndüğünce bu sorunun cevabını verdi ama benim diğer yanım hala üşüyor.
Yalan dünya ve kendine devamlı yalan söyleyen insan. Bir ömür yalan uğruna tüketildiğinde, bir kırılma noktası olmadan o yalanın aşikâr olması oldukça zor. İşte altı Şubat Kahraman Maraş depremi kendi kendimizi kandırdığımız bütün yalanların aşikâr olduğu bir kırılma noktasıdır. Yunus Emre ne güzel buyurmuş:
“Mal sahibi, mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi
Mal da yalan, mülk de yalan
Var biraz da sen oyalan”
İnsanoğlunun gözü doymuyor. Önce başımı sokacak bir yuvam olsundan başlıyor. Sonra hedef büyüte büyüte ilerliyor. İnsanoğlu her defasında nefsini okşuyor, ruhunu kandırıyor, vicdanını köreltiyor. Hep kazanayım malım, mülküm, yatım katım olsun. Yeter ki olsun haramdan olsun, yeter ki olsun piyangodan vursun, yeter ki olsun… Bir değil iki, üç…
Ne garip değil mi? Topraktan aldığımızı, doğadan çaldığımızı, günü geldiğinde toprak, doğa hepsini elimizden alıyor. Sonra oyuncağı elinden alınmış küçük çocuklara dönüyoruz.
“İnsan toprak alma derdinde, toprak insan alma derdinde. Ne toprağın gözü doydu ne de insanın”
Son tahlilde hepimiz toprak olacağız. Belki gözümüzü de toprak doyuracak. Ölüm döşeğinde fark edilen bu sahtelik, hayatı anlamlandıramama, bu düş kırıklığı, belki pişmanlık bizde daha büyük bir amaca hizmet eden hayata bir anlam katmıyor.
Elimizde kılıç hiçbir ölçü ve kıstas tanımdan bütün dünyaya nizam vermeye çalışırken, kendi egomuza, kendi putlarımıza hizmet etmekten öteye gidemediğimizi anladığımız gün ölüm döşeğine düştüğümüz gün olmamalı. Makamdan, mevkiden düştüğümüz gün olmamalı. Maldan, mülkten, servetten düştüğümüz gün olmamalı. Toprağa düştüğümüz gün olamamalı…
Bugün hepimizi evleri büyüdü ama aileleri küçüldü. Nerede o küçük ama sıcak yuvalar. Çok tanıdığımız, arkadaşlarımız var ama içlerinde gerçek dostumuz yok. Hepimizin bir kalbi var ama merhametimiz ondan küçük. Bütün dünyanın bilgisi elimizin altında ama bu bilgileri muhakeme edecek yeteneğe ve ferasete sahip değiliz. Görüntüsüne bakıyorsun beyefendi içindekine bakıyorsun zayıf karakterli insanlar. Nicelik konusunda üstümüze yok ama nitelikten mahrumuz. Bugün yüksek kazançlar bezenmiş alçak ilişkiler zamanı. Dışı süslü püslü ama kolonları ve kirişleri zayıf binalar. Hepimizin bir dünyası vara ama yalanlarla bezenmiş dünya.Dışı dolu içi boş insanlar…
Kendi yalanına kanan insan unutma! Burayı nasıl bıraktıysan gittiğin yerde de öyle karşılanırsın. Toprak her şeyi sarar ve kapatır ama ruhun seninle birlikte yürür. Senin asıl mirasın seninle birlikte yürüyendir.