Önemli günler ve haftalar belirlenirken bir konu veya duruma dikkat çekmek, farkındalık oluşturmak ve nihayetinde topluma etki ederek bilinç düzeyini yükseltmek hedeflenir.


1987 yılından beri ülkemizde bir takım etkinliklerin düzenlendiği İş Sağlığı ve Güvenliği Haftasının öncelikle yararlı olmasını ve toplumun her kesiminde etki oluşturacak dolulukta gerçekleşmesini diliyorum.


Ancak günü ve haftası olan diğer konuları aklımdan geçirince, iş sağlığı ve güvenliğinin de bir haftaya hapsedilmesinden endişe etmiyor değilim.


Sıradanlaşan günler haftalar içinde, babalar günü, vakıflar haftası, ebeler günü, dünya sağlık günü, kardeşlik haftası, ahilik haftası ve daha onlarcası varken, İş sağlığı ve güvenliği haftasının da aynı akıbete uğramasını istemeyiz.


Oysa çalışma hayatının devam ettiği her gün, her saat, her dakika iş güvenliğinin önemi bir an bile azalmamalıdır. İnsan hayatının ve vücudunun her şeyin üstünde tutulduğu iş güvenliği yaklaşımında disiplin ve devamlılık esas olmalıdır.


Dünya Sağlık Örgütü'nün tanımına göre, İş sağlığı ve güvenliği, çalışanın bedenen, ruhen ve sosyal yönden tam bir iyilik hali olduğuna göre, bu kapsamı yalnızca "iş kazalarının önlenmesi" meselesine indirgemek de yanlış olur.


Çalışanı iş kazalarından korumak öncelikli olsa da, çalışanın ruh halini ve ekonomik sosyal halini de sağlıklı düzeylerde tutmak, hem devletin hem de işverenin temel ödevidir. Zira ekonomik ve sosyal hali düzgün olmayan bir çalışanın ruhen sağlıklı olması beklenemezken, ruhsal durumu iyi olmayan bir çalışanın da kendini iş kazalarından koruması pek mümkün olmaz.


Kaza sebepleri arasında gösterilen etkenlerin başında, dalgınlık, yılgınlık, motivasyon eksikliği gibi doğrudan kişinin davranışlarına etki eden faktörlerin olduğu yaygın bir kanaattir.


İş güvencesi olmayan, aybaşını getiremeyen, kıdem tazminatını alabileceğinden emin olamayan, yaptığı fazla mesainin karşılığını almayı aklının ucundan bile geçiremeyen bir çalışanın ruhen sağlıklı olması ne kadar mümkün olur?


İşini kaybetmeme korkusuyla yasal haklarını talep etmekten çekinen işçinin tek umudu gelecekte işine son verildiği takdirde başvurabileceği mahkemeler iken, geçmişe dönük hak arama zaman aşımının kısıtlanmasını önermek nasıl bir anlayıştır? 5 yıllık sürenin 1 yıla düşürülme gerekçesi olarak gösterilen "fırsatçılar" kim mesela? Hak arama ve savunmanın temsilcisi olan avukatlar mıdır?


İşveren, yanında çalıştırdığı kişinin her türlü yasal hakkını teslim ettikten sonra fırsatçılara meydan kalır mı? Hakkını almış bir çalışan başka ne isteyebilir ki? Yoksa böyle bir teklifin amacı haklarını zamanında alma şansı olmayanların bu şanslarını gelecekte de aramalarını engellemeye yönelik midir?

Kısacası İş Sağlığı ve Güvenliği haftasında, çalışanların her yönüyle daha iyi çalışma şartlarına kavuşturulmaları için en azından temenni mahiyetinde de olsa bir takım sözler beklenirken, işçilik alacaklarından kaynaklanan hakların zaman aşımına yönelik TOBB Başkanınca yapılan öneri şık olmamıştır.

Unutulmamalıdır ki, sağlıklı bir üretimin olmazsa olmazı "sağlıklı çalışandır."


Ayrıca fırsatçılara fırsat vermemenin en iyi yolu da, hak arama yollarını kısıtlamak değil, hakları zamanında vermektir.

Tüm çalışanlarımıza kazasız günler dileğiyle...