Avrupalı büyük güçler, Alman İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Rus İmparatorluğu, Birleşik Krallık, İtalya Krallığı ve Fransa Cumhuriyeti'nin ellerindeki silah, mühimmat ve hazır kıta askerleriyle uzun zamandır süregelen emperyalist dış politikaları ile 1. Dünya savaşının çıkmasına adeta bir bahane arıyorlardı. Bunların beklediği imdada; Avusturya-Macaristan tahtının veliahdı Arşidük Franz Ferdinand’ın 28 Haziran 1914'te Gavrilo Princip adında bir manyak Sırp milliyetçisi tarafından devletin başkenti Saraybosna'da öldürülmesi, beklenen savaşı tetikleyen sebep olmuştur.
7 Ekim 2023 günü HAMAS askerlerinin İsrail de bir tatil köyünü basıp 1200 İsrailliyi öldürmesi, Filistin’de bugüne kadar 40 000 kişinin ölümüne sebebiyet vermiştir ve Filistin’de her gün halâ onlarca insan vahşice öldürülmektedir.
Aslında gerek 1. Dünya Savaşında, gerekse HAMAS askerlerinin İsrail tatil köyüne saldırması birer bahane. Zaten New York Times'ın haberinde İsrail'in HAMAS'ın saldırı planını bir yıldan fazla bir süre önceden ele geçirdiğini iddia ediyordu. Yani bir yerde “Kuzunun kurdun suyunu bulandırma” hikâyesi, her iki vakada da gerçekleşmiş oluyordu.
Bu görüşümüzü yazar Selçuk Erenerol, Milli Düşünce Merkezindeki: “Türkiye’de Kıyameti Zorlamak” başlıklı yazısında: “ 7 Ekim 2023’ten beri Filistin’de bir soykırım yaşanıyor. Siyonistler ve onların işbirlikçileri muhteşem bir oyunu ince eleyip sık dokuyarak sahneye koydu ve insanlığa yeniden büyük bir zulüm yaşatmaya karar verdi.” Yazısıyla bizi teyit ediyor.
İnsanlıktan biraz olsun nasibini almış her insan,Filistin’deki katliama tarafsız kalamaz, orada yaşananlar kanayan vicdanları daha da kanatır cinsten. Yalnız mesele devlet düzeyinde ele alınacak olursa, olayları soğukkanlı reel politikalarla, ülke gerçeklerini düşünüp karar vermek icap ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 28 Temmuz tarihindeRize’de yaptığı konuşmada: “Biz nasıl Karabağ'a girdiysek, nasıl Libya'ya girdiysek bunun benzerini aynen onlara da yaparız.(İsrail’i kastediyor) Yapmamak için hiçbir şey yok. Sadece biz güçlü olmalıyız ki bu adımları da ne yapalım? Atalım.”
Yalnız bu konuşmada Sayın Cumhurbaşkanı tepki çekeceğini bildiğinden olsa gerek Suriye’ye girdiğimizi söylemiyor. Hani Emevi camiinde namaz kılacaktık ya…Suriye’de verdiğimiz yüzlerce şehide mi yanalım, yoksa bizimSuriye’ye değil, 9 milyon Suriyelinin 2011 yılından bugüne kadar şehirlerimize girip işgal ettiğine mi?
Aynı zamanda Cumhurbaşkanının Rize’de yaptığı konuşmadan bir gün sonra, 29 Temmuz’da, Azerbaycan Savunma bakanlığından haklı olarak: “Azerbaycan Cumhuriyeti topraklarının kurtuluşu için yapılan savaşlara diğer devletlerin askeri personeli katılmadı” açıklaması geldi. Bırakalım yıllardan beri soykırıma uğramış bir millet, kazandığı zaferi gönlünce doya doya gururuyla yaşasın. Soydaşlarımızın sevinçlerine ortak olmak başka, kazandıkları zafere sahip çıkmak daha başka.
Savaş çıkarmak kolaydır, zor olan içerde ve dışarda barışı korumaktır. Bunun için de tarihi olaylardan ders çıkarmak gerekir. Aksi takdirde: “Sözcü Gazetesi” yazarı Ege Cansen’in 1 8 2024 tarihli yazı başlığında dediği gibi: “Barışın bedelini ödemeyen savaşın bedelini öder”
57 yıllık ömrünün büyük bir bölümünü o cepheden bu cepheye savaşarak geçirmiş büyük komutan ve devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk hakkında Prof. Doktor Mehmet Gönlübol “Atatürk Araştırma Dergisi”ndeki yazısında bakın neler diyor.
“Atatürk’ün barışın değerini bilmesinde, üstün asker yönünün büyük rolü vardı. Hassas, yumuşak huylu, barışçı bir kişiliğe sahip olan Atatürk, hayatının uzun bir dönemini geçirdiği muharebe meyanlarında, savaşın ne kadar büyük acılara ve yıkıma yol açtığını yakından yaşamıştı. Savaşın ne demek olduğunu çok iyi bildiği için her zaman barıştan yanaydı. İki savaş arası (1919 – 1939) dönemde, Avrupa’da barışın değil, savaşın erdemine inanan ve kitleleri peşinden sürükleyen ideolojilerin liderleri, askerlikten gelmeyen kişilerdi. Üstün askeri ve sivil değerleriyle Atatürk, militanlığa özenen bu sivil önderlerin, kendi milletlerine ve bütün dünyaya nasıl bir felaket hazırladıklarını önceden görebiliyordu. .”Prof. Dr. Mehmet Gönlübol: “Atatürk Araştırma Dergisi”