Nedense bir an kendimi öyle hissettim. Ve dedim ki, biz bu yabancılara köle mi olduk, ne?
Bazen akraba ziyaretleri için Avrupa yakasına geçeriz. Bugünlerde de öyle bir ziyaretimiz oldu.
Bu ziyaret sırasında “Abi, Yeşilköy Semt Pazarına gideceğiz, dilerseniz birlikte gidelim.” dediler.
Biz de tabi ki olur, gidelim dedik ve pazara gittik. Pazarın otoparkına girebilmek için uzun bir araç kuyruğunu beklemek zorundaydık.
Daha pazara yaklaşmışken yol kenarına park etmiş araçların arasında bir araçlık bir yer bulduk ve kuyruğu beklemeden aracımızı yolda park ettik. Araç kuyruğunda onlarca hatta yüzlerce belki de binlerce araç vardı.
Bu normal bir durum. Ancak, araç kuyruğunu dikkatle inceleyince kuyrukta belki yüz araç diyebilirim Siyah Mercedes VİTO araç olduğunu fark ettim. Bu belki de doğal bir gazeteci refleksi idi.
Araçların içerisi pek görünür olmasa da inen ve fark edilen insanları inceleyince tamamının Arap kökenli insanlar yani turist olduğunu anladım. Bu kadar turisti bir arada görebilmek normal şartlar altında aslında sevindirici bir durum. Fakat, normal olmayan bir durumu kapalı Pazar alanına girince anladım. Neydi bu normal olmayan durum? Şuydu; içeride alışveriş yapan müşterilerin yüzde doksanının yabancı turistlerden oluştuğunu, hemen hepsinin yanında bir veya birkaç bavul olduğunu ve alışverişlerini özellikle giysi ve benzeri tezgahlardan yaptıklarını gördüm.
Gıda bölümünde çok kalabalık insan kitlesi olmasa da bu tezgahların müşterilerinin ise yerli insanlardan oluştuğunu anladım.
Yatta yemek yerlerinin de özellikle yabancı müşterilerden oluştuğunu gördüm. Bu da yetmemiş gibi, onların alışveriş bavullarını taşıyan insanların ise bizim yerli insanlarımız, hamallarımız olduğu da ayrı bir durumdu. İşte tam da burada kendimi onların kölesi gibi hissettim.
Yani özetle şu gerçeği anladık ki İstanbul’un Meşhur Sosyete Pazarı diye anılan Yeşilköy Semt Pazarından alışverişi İstanbul halkı değil, yabancı turistler yapıyor.
Neden mi?
Bizim bin liramızın alacağı üç parça eşya yerine, onlar kırk dolara aynı üç parça eşyayı alıyorlar. Yani para onlarda, onlar alıyor, biz bakıyoruz ve yaptığımız şey onlara hizmet ediyoruz. Kendini köle değil de ne hisseder insan?
Oradan Bakırköy merkezine geçtik. Gezip dolaşırken bir alışveriş merkezinin önünde yerde yatan genç bir vatandaş gördük. Hemen yanı başında ise bir kafe dolu insan yiyip içiyor ve kendilerince eğleniyorlar.
Gerçi o yiyip içen insanların çoğu da yine yabancı idi. Bakırköy’ün merkezinde böyle bir manzarayı ilçe yöneticileri görmez mi, belediye yetkilileri ve çalışanları, kaymakamlık ve emniyet yetkilileri hiç mi fark etmez?
Bu sorularda ayrıca beynimizi kemirip durur. Aynı manzarayı geçtiğimiz günlerde Kadıköy merkezde de görmüş ve canlı yaşamıştık. İstanbul’un yetkilileri artık bu tarz iki farklı dünyada yaşamak istemiyoruz.
Hele hele bir kesimin krallar gibi diğer bir kesimin köle gibi sürünür halde yaşamasını hiç ama hiç yaşamak ve görmek istemiyoruz.
Artık el insaf diyoruz. Bu ağır ekonomik koşullar altında ezilen ve yok olmaya mahkûm edilen insanlara destek olun. Kamu gücünü bu tür insanların rehabilitesine ve refahına kullanın.
Bir başka sorun da tezgâhlarda yer alan ödeme sistemiydi. Kocaman levhaya yazılmış “Kredi kartı geçerlidir. Yüzde on KDV uygulanır. Bir başka yerde de İBAN’la ödeme yapılabilir, ibareleri vardı.
Kredi kartı için ayrıca yüzde on KDV uygulanması yasal mı?
İBAN için de parası olan zaten yanına alır, belli ki parası yok kredi kartıyla yani veresiye/borç olarak alışveriş yapmak istiyor vatandaş.
Ancak bunlara bile fırsat verilmiyor. Ayrıca peşin para ya da kart alışverişlerine satış fişi de kesilmiyor, sadece ödeme bilgi fişi kesiliyor.
Bu da vergi kaçırılıyor demek olmuyor mu?
Bunun denetimlerini de vergi denetim kurumlarının yapmasında yarar vardır.