Önce virüs vurdu dünyayı, şimdi de ekonomik kriz. Bir türlü belimizi düzeltemiyoruz. Herkes bu olanların suçlu ya da suçlularının peşinde. Bazıları bütün bu olanların sorumlusu olarak ülkedeki iktidarı görüyorken, başkaları ise sıkıntıların dış kaynaklı olduğunu düşünüyor.
Eğer bu yaşadıklarımızın sadece bize mahsus olmadığını bilmesem, ben de yaşanılanların tek sorumlusu olarak iktidarı görebilirdim.. Ya da iktidardarın bazı yanlış uygulamalarını bilmesem, yaşadıklarımızın tek sorumlusu sadece dış güçlerdir diyebilirdim. İşin özeti, o ya da bu sebepten, büyük bir ktizden ve meşakkatli zamanlardan geçiyoruz.
Enerji bakımından zengin ve ekonomik açıdan güçlü ülkeler hariç, hemen hemen her ülkede yangın var...
Ne diyordu Salih Baba;
Yetiş ey keştibânım büsbütün deryada yangın var,
Değil derya yalınız, cümle hep sahrada yangın var...
Bütün bunlar yaşanırken en fazla zorlananlar, tabi ki düşük ve sabit gelirliler ile geçinebilecek kadar geliri olmayan yoksul halk. Gelirlerini yetersiz ve artırma imkanı olmayanlar için, artık hayat her zamankinden daha zor...
Öte yandan, yoksul ve dar gelirlinin durumunu daha da zorlaştıran önemli bir sebep daha var ki, bu defa her zamankindan daha etkili.
Bu sebep ne mi?
Bu sebep, normal zamanda bizden birileri imiş gibi görünen zenginlerin, ekonomik kriz zamanlarındaki tutumu.
Diyebilirimki içinde bulunduğumuz kriz ortamında en çetin sınavı zenginler veriyor. Bu söz size garip gelebilir. Oysa ki son derece bilinçli söyledim bu sözü.
Herkesin imtihanı farklı farklı. Sorular malesef hep aynı yerden gelmiyor. Fakir için açlıkla olan imtihan, zengin için ahlak ve vicdanla oluyor. Ne yazıktır ki çoğu varlıklı insan bu sınavı geçemiyor...
Okumuş olduğum bir yazıdan aklımda kalan şu söz ne kadar da manidar;
"Önümüzdeki dönemde, yoksulun durumunu zenginin ahlak anlayışı belirleyecek..."
Gerçekten de öyle...
Bakın size taze bir örnek vereyim;
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Hazine ve Maliye Bakanlığınca düzenlenen "Türkiye Ekonomi Modeli Yeni Adımlar ve Enflasyon Tedbirleri" tanıtım toplantısında açıkladığı üzere, temel gıda maddelerinde uygulanacak katma değer vergisi (KDV) oranı yüzde 8'den yüzde 1'e indirildi,
Hükümet tarafından alınan bu karar oldukça radikal bir karardı. Bu karar ile, özellikle dar gelirli vatandaşların gider bütçelerindeki yük azaltılacak ve ekonomik olarak bir nebze olsun rahatlamaları sağlanacaktı.
Hükümet ve bizler tam da böyle düşünürken, hiç beklenmedik birşey oldu. Özellikle büyük zincir marketlerin sahipleri bu kararı kendi lehlerine çevirerek, ya ürünlerine indirim yapmadılar, ya da indirim kadar ürünlerine zam yaptılar. Kısacası devletin vatandaş lehine yapmış olduğu fedakarlıktan nemalanma yoluna gittiler.
Bir başka deyişle, devletin kasasından bedavadan sübvanse almış gibi oldular. Bunu yaparken, henüz tüyü bitmemiş yetimin, garibanın ve fukaranın hakkını yedikleri hususu hiç umurlarında olmadı. Helal, haram ve ahlak duygusu malesef bir kere daha rafa kaldırıldı...
Bir kere daha diyorum, çünkü biz bu haramzedeleri döviz artışlarında stok yaparken ve virüs zamanında maske ve diğer tıbbi malzeleri 10 kat fazla fiyata satarken de görmüştük. Sözün özeti, biz bu ağaları bir türlü doyuramadık...
Bu haramzadeleri bir doyurabilsek, fakirler de doyacak. Ne var ki bir türlü doymuyor mübarekler. Kısacası, açlık sorunu fakirleri doyuramadığımız için değil, zenginleri doyuramadığımız için bir türlü bitmiyor...
Son sözü "Han-ı Yağma" (Yağma Sofrası) şiiriyle Tevfik Fikret söylesin;
Yiyin efendiler, yiyin; bu han-ı iştiha sizin;
Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!
Esen Kalın...