Edebiyatçı bir dostumdan duyduğum şu söz, öğrenmenin altın kuralını tarif eder mahiyetteydi;
"Okumak iyidir, fakat yazmak daha iyi"
Ben bu söze küçük bir ilavede bulunmak istiyorum;
"Gezip görmek ise, en iyisidir"
Bu sözün doğruluğunu, görev için birkaç haftalığına gittiğim İzmir'de yeniden teyid ettim.
"Dünyadaki üç karantina adasından birinin ülkemizde bulunduğunu bilen kaç kişi var" diye sorsam, sanırım pek az kişi çıkacaktır "Ben biliyorum" diyen.
Ne yalan söyliyeyim, Urla'ya gelmemiş olsaydım, böyle bir adanın varlığından benim de haberim olmayacaktı.
Sayılarının 51 olduğunu öğrendiğim İzmir'e ait adalar üçerisindeki en ilginç olanı, hiç şüphesiz ki Karantina Adasıdır.
Urla ilçesine bağlı bu şirin ve sakin ada, güzelliğinin yanısıra, sahip olduğu önemli tarihsel geçmişi ile de ön plana çıkıyor.
Ada denilince insanın aklına hemen bir yerleşim bölgesi ya da tatil beldesi gelse de, bu ada öyle bildiğimiz adalardan değil.
Büyük İskender tarafından yaptırılan ince bir yolla anakaraya bağlantısı sağlanan adada, "Korunması Gereken Kültür Varlığı" olarak tescil edilen 16 adet yapı bulunmaktadır. Bu yapılardan en önemlisi ise Tahaffuzhane diye isimlendirilen binadır.
Tahaffuzhane nedir diye merak edenler için hemen söyleyelim;
Tahaffuzhane; sefer sırasında, yolcu ve çalışanların arasında bulaşıcı hastalık görülen gemilerin karantina sürelerini geçirmeleri, gerekli sağlık önlemlerinin alınması ve hastaların iyileştirilmeleri için büyük limanlara yakın kıyılara kurulmuş sağlık kuruluşlarına verilen isimdir.
Şu anda tamamı birinci derecede arkeolojik sit alanı konumunda olan adaya Karantina adı verilmesinin sebebi ise, Osmanlı İmparatorluğu döneminde deniz yoluyla ülkeye gelenlerin karaya geçmeden önce bu adada karantinaya alınmasından kaynaklanıyor.
19. yüzyılda tüm dünya devletlerini etkisi altına alan salgın hastalıklardan Osmanlı Devleti de nasibini almış ve bu salgınlarla mücadele için türlü türlü tedbirlere başvurmuştu. Bu tedbirlerden biri de1865 yılında Urla Karantina Adası’nda bir “tahaffuzhane sistemi” kurmak olmuştur.
Sistem şu şekilde işlemekteydi;
O zaman için önemli bir liman şehri olan Urla'daki Karantina Adasına yanaşan gemiden indirilen yolcular (ve gerektiği durumlarda gemi personeli), ilk olarak soyunma odasına alınıyor ve burada kıyafetlerini çıkartıp özel filelerin içerisine koyuyorlardı. Soyunma yerindeki dönen dolap sistemiyle odanın diğer tarafında bulunan görevliler bu kıyafetleri alarak 360 derece dönen ve sıcak hava içeren dolaplara yerleştirip dezenfeksiyon işlemine başlarlardı. Sadece peştemal ve takunya giyen yolcular özel duş odalarına alınır, burada sabunla ve özel dezenfektanlarla duş yaptırılırdı. Giyinen yolcular doktor muayenesinden geçtikten sonra, sağlam olanlar yollarına devam eder hasta olanlar ise tedavi edilmek amacıyla özel bölmelerde kontrol altında tutulurlardı.
Yolculardan karantinadayken vefat edenler ise, özel olarak sönmüş kireç dökülmüş olan mezarlara ve mümkün olduğunca derine gömülerek izole edilmeye çalışılırdı.
Adadaki karantina binaları Osmanlılar tarafından Fransızlar'a yaptırılmış olup, bu binalardaki karantinaya ilişkin sağlık faaliyetleri 1950 senesine kadar aralıksız olarak devam etmiştir. Bu tarihten sonra Deniz ve Güneş Enstitüsü, 60’larda Kemik ve Mafsal Hastalıkları Hastanesi olan tesisler, 1986’dan 2014 yılına kadar Urla Devlet Hastanesi olarak görev yaptılar. Günümüzde sit kapsamında olan ada, fiilen Sağlık Bakanlığı kullanımında olup halkın ziyaretine kapalı durumdadır.
Karantina sözcüğü kelime anlamı olarak İtalyanca da "ayrı ve korumalı yer" anlamına gelen Quarantine' sözcüğünden dilimize geçmiş olup, herkesin bildiği anlamda kullanılmaktadır.
Bir başka kaynağa göre de Karantina, İtalyanca’da kırk, kırklık, kırktan ibaret anlamını taşıyor ki, eski karantina sürelerinin kırk gün olması bu bilgiyi doğrular mahiyettedir.
Dünyada tescilli olan 3 adet karantina adası bulunmaktadır. Bunlar ABD'deki Elisa Adası, Hırvatistan Dubrovnik ve Urla Karantina Adasıdır ki, bu üçünden en iyi durumda olanı Urla'daki Karantina Adasıdır.
Sizce İzmir'in karantinayla mücadele tarihi 1865'te Urla'daki bir adaya karantina binaları inşa edilmesi ile mi başlamıştır?
Peki İzmir'de Karantina isimli bir semt olduğunu biliyor muydunuz?
Öğrendiğime göre, 1846'da bugünkü Mithat Paşa Meslek Lisesi'nin yanındaki yerde bir karantina binası inşa edildiği günden sonra semtin adı Karantina olarak kayıtlara geçmiştir. 1863'de karantina idaresi Urla'ya taşınsa da, bu isim semt sakinleri tarafından günümüze kadar yaşatılmıştır.
Geçmişte Rum, Ermeni, Yahudi ve Müslümanlar'ın iç içe yaşadıkları bu semtte Sezen Aksu ve Haluk Bilginer gibi sanatçılar yetişmiş. Attila İlhan’ın yazdığı ve daha sonra Timur Selçuk’un bestelediği “Karantinalı Despina” adlı şiir ise bugün Küçükyalı denilen Karantina semtinin geçmişini anlatır;
Bir gül takıpta sevdalı her gece saçlarına,
Çıktı mı deprem sanırdın “kara kız” kantosuna,
Titreşir kadehler, camlar kırılır alkışlardan,
Muammer Bey’in gözdesi, Karantinalı Despina...
Son söz;
Avrupa’nın yıkanmak bilmeyip parfüm kullanmayı temizlik saydığı ve salgınlarla boğuştuğu dönemlerde, bizim ecdadımız öyle temizlik ve hijyen merkezleri kurmuşlar ki gurur duymamak elde değil.
Keşke Dünyayı kasıp kavuran corona virüsü salgınında da Urla Karantina Adası’nın dezenfekte sistemine benzer lokal sistemler kurulabilseydi...
Esen Kalın...