Geçtiğimiz günlerde Erzurum’dan bir arkadaşımızı misafir ettik.
Sohbetin, muhabbetin arasında gözüm arkadaşımızın elindeki tesbihe takıldı
Arkadaşımız mevzuunun o tarafa geleceğini hissetmiş olacak ki elindeki tesbihi göstererek masada bulunan herkese “bu taşları neden yapılmıştır ,bilen varmı ?” diye sordu.
Masadaki herkes anında birbiri ardına anında “bilirkişi” edası ile fikir beyan etmeye başladı.
Kimi kuka,
kimi ahşap,
kimi kemik,
kimi taş “
diye cevapladı.
Bütün bu cevaplardan sonra kaleciyi ters köşeye yatırdıktan sonra penaltıyı gole çevirmiş bir futbolcu edası ile ayağa kalkan misafirimiz “Hayır, hiç birisi değil. Bu manda boynuzundan yapılmış” diyerek hepimizi çok büyük bir merak ve sıkıntıdan kurtarmış oldu.
Bunun üzerine masada oturan eski bir muhtarı da elindeki beyaz tesbihi uzatıp “benimki deve kemiğinden yapılmış” dedi.
Bir başka arkadaşımız anında reaksiyon gösterip “benimki sıkma kehribar” diye uzattı elindeki tesbihi.
Normal şartlarda Cuma namazına ve vakit namazlarına gittiğimiz anlar hariç tesbih taşıma ve çekme ile ilgili fazla merakı olmayan birisi olarak baktık ki bu çok ama çok önemli meselenin epey bir uzağında kalmışsız zira bayağı geniş bir geçmişi varmış tesbihin.
Yıllar önce cezaevinden tahliye olan bir arkadaşımıza “geçmiş olsun” dileklerimizi iletmeye gitmiştik.
Arkadaşımız elinde bir tesbihi şak şak çekiyor “on yedi” diyordu.
Belli bir süre olup biteni anlamaya çalıştıktan sonra “Bu ne, ha bire ne diye 17 rakamını söyleyip duruyorsun ?” diye sorduk
Bizimki anında “İçerden çıkışımın on yedinci günü” diye cevap verdi.
Bu cevap karşısında “Hadi içerde gün saydın dışarıda ne sayıyorsun be adam” diye soracaktık, Ancak cezaevinden henüz 17 gün önce tahliye olmuş birisinin psikolojik durumunu az çok hesap edebildiğimizden “Neyimize lazım, durduk yerde başımıza iş alırız” diye sormaktan anında vazgeçtik.
Bu kadar örnekten sonra kabul etmek lazım ki tesbih bizim için çok önemli bir simge. Her ne kadar sokakta önüne gelen elinde tesbih sallasa da bizim için camide namazdan sonra çekilen tesbih önemlidir.
Derslerde çekilen binlik meselelere çok girmezsek iyi olacak, İnsanları kızdırmayalım çünkü beş bin falanda varmış.
İslam aleminde zikir tesbihi ile tekke ve zaviyede kullanılan tesbihleride unutmamak lazım diye düşünüyoruz.
Tesbih kelime manası olarak “havada suda hızlı hareket etmek “ kökünden gelse de sayarak anmak ve yüceltmek manasına gelir.
Allah'ın sıfatlarını tesbih ederken sayı saymak için kullanılan ve 33 veya katları kadar boncuk tanesinin ipe dizilmesiyle meydana gelen halkaya “teşbih” denir.
“Subhanallah, Elhamdülillah, Allahuekber” kelimelerinin toplam ebced değeri 627 olup 19x33’tür.
Beş vakit farz namazların rekat sayısı 17’dir.
Namazların sonunda yapılacak tesbihlerin de bu sayı ile ilişkisi vardır.
Çünkü 1’den 33’e kadarki sayıların toplamı 561’dir ki, 33x17’dir.
Tesbih pek çok dinde kullanılır.
Tesbih Din dışında stres atmak için çevrilir.
Tespihin 11, 33 ve 99 taneli olanları Müslümanlar tarafından kullanılır çekilir.
108 taneli olanı Budistler tarafından kullanılır tespihin ucundaki parçaya imame denir.
Rivayete göre Müslümanlar tespihi Budistlerden almışlar.
Hıristiyanlar da müslümanlardan.
İlk Hıristiyan tesbihleri 33 taneli olup bu 33 taneli tesbih İsa Mesih'in bu dünyada 33 yıl ömür sürmesini hatırlattığı için kutsal sayılmıştır
İslamiyet’in ilk yıllarında Müslümanlar tespih yerine el içinde parmaklarını sayarlarmış.
Bu nedenle tesbihin Ebu Bekir döneminde ilk defa kullanıldığı sanılıyor.
Tesbihin tarihine baktığımızda insanlık tarihi kadar eskidir.
Buda inanışında Hotei (laughing buddha) adında hepimizde aşikâr olduğu göbekli kel ve şişko bir tanrı vardır.
Onunda sol elinde tesbih görünmektedir. Tesbih ilk dini temsilini Hindistan’dan almıştır.
Günümüzde hayatımızın her alanında tesbihe rastlamaktayız.
Tespih günümüzde takı olarak da, can sıkıntısını gidermek için de kullanılmaktadır.
Sultan Ahmet yaptırdığı camide kaç kişinin olacağını öğrenmek ister ve bu yüzden namaz vaktinde caminin giriş ve çıkışlarında tesbih dağıtılması için emrini verir.
Söylendiğine göre 86 bin kişiye camiye girerken 86 bin adette camiden çıkanlara dağıtır.
Caminin ziyaret kapasitesinin 172 bin kişi olduğunu tesbih sayesinde tespit eder.
Camilerde Allah’ın sıfatlarını tesbih edildiğinden tesbih taneleri 99 adete yani Esma-ül Hüsna sayısına göre ayarlanmıştır…
Osmanlı döneminde 99 taneli tesbihlerin hem taşınmasında sıkıntı hem de daha kullanışlı olmadığı anlaşılınca 33 taneli tesbih ortaya çıkmıştır
Osmanlı zamanında farklı meslek gruplarının kendine has tesbihleri vardı.
Örneğin Kuka tesbihi hekimler kullanıyordu.
Kuka antiseptik ve anti bakteriyel olduğundan Osmanlı zamanında mikrop kırıcı olarak kullanılıyordu.
Bazı kaynaklarda elinde kuka tesbih olmayan hekimleri saraya ve hastanın yanına alınmadığı belirtiliyor.
Osmanlı zamanında deve mübarek sayıldığından deve kemiğinden tesbihler yapılıyordu.
Oradan anladık ki bizim eski muhtarın tesbihi çok çok önemliymiş.
Eski dönemlerde tekke ve zaviyelerde hocaların tesbihleri Mevlevilerin, cerrahilerin tesbihleri farklı farklı motifler, imameler içeriyordu.
Yazımızı dilerseniz bir hikayeyle noktalayalım zira ne kadar yazarsak yazalım anlaşılan o ki bu örnekler tesbih taneleri gibi uzayıp gidiyor.
Dervişin biri su kenarında oturmuş tesbih çekerken kolundaki sepetle yanından geçen genç bir kız görüp” sepette ne var” diye sormuş.
Kız “Elma var sevdiğime götürüyorum” cevabını vermiş.
Derviş “kaç tane” diye ikinci soruya geçiş yapınca genç kız “insan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç” dediğinde bizim Derviş elindeki tesbihi o dakika itibarı ile bırakıvermiş.
Anlaşılacağı üzere tesbih kısa ama hikayesi çok uzun.
Bu yoğunlukta benim daha fazla yazıp sizlerin değerli vakitlerini almanın bir anlamı yok.
Tesbih deyip geçmeyin, zira bir kere alışan bir ömür boyu elinden bırakamıyor.