Serzenişler dünyası

Herkesin yüreğinde bir taş vardır, sessizce derinlere atılmış, kimsenin bilmediği, dokunmaya cesaret edemediği. Serzeniş, işte o taşın suya bıraktığı halkalardır; kimi geniş, kimi küçük, ama her biri can yakıcı bir hikâye anlatır.

Güneş her sabah aynı doğar, denir. Ama ne fark eder? İçindeki karanlık, gökyüzündeki aydınlığı görmek istemez. Her gün biraz daha tükenmiş uyanırsın. Hayat, omzuna yüklediği ağırlıklarla seni yere eğerken, hiçbir yere sığamazsın. Kendi evin, kendi odan, hatta kendi yastığın bile yabancı gelir bazen. Her şey bir cenderede, kalbin ise bir çırpıda sıkışır kalır.
Peki ya insanlar? Hani o seni anladığını iddia edenler... Serzenişini duyacaklarını sandıkların? Gülümseyerek dinler, sonra dönüp kendi hayatlarına gömülürler. Oysa sen, bir çift kelimeyle yaralarının hafifleyeceğine inanmıştın. Ama onlar, incitmeden anlamazlar, anlamadan dinlemezler. Ve sen, konuşmanın da sessizliğin de anlamsızlaştığı yerde kalakalırsın.
Yıllar geçer, her şey değişir, ama acılar aynı kalır. İnsan dediğin varlık, bir gün dibe vuracağını bilerek yaşar. Her şeyin yolunda olduğunu hissettiğin o nadir anlarda bile, kalbinin bir köşesinde sessiz bir serzeniş yankılanır: “Neden?”
Neden bir şeyler hep eksik, neden mutluluk hep geçici? Neden bu yorgun ruhlar durmadan kanar? Ve neden, umut bile bazen bir yabancı gibi görünür insana?
Bu dünyada serzeniş bitmez. Çünkü bu, insanın kendi ruhundan kaçarken düşürdüğü adımların izidir. Herkes bir şeylerden kaçar, ama kendinden asla. Ve işte o yüzden, serzeniş asla sona ermez; sadece yankılanır, yitip gider bir boşlukta.
Belki bir gün, bu serzenişlerin sebebi kadar anlamını da unuturuz. Ama o gün gelene kadar, her insan yüreğinde bir taş taşır. Çünkü serzeniş, var olmanın bedelidir.
Yüreğimde kor, dilimde isyan,
Sessiz çığlıklar boğar her an.
Kime dokunsam hüsranla dolu,
Serzeniş dünyası, bitmeyen roman.