Seçim sonrası itirafları

14 Mayıs ve 28 mayıs tarihinde yapılan seçim sonrası Gelecek partisi Genel başkanı Ahmet Davutoğlu’nun CHP ile, Yeniden Refah Partisi Genel başkan yardımcısı Doğan Aydal’ın AK Parti ile ilgili olumsuz söylemleri bir noktadan sonra seçim öncesi yapılan ittifakların istenilerek değil çok büyük mecburiyetler karşısında yapıldığı gerçeğini ortaya çıkardı.

2018 yılında karşı karşıya kaldığımız Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi iktidara gelmeye namzet en büyük partileri yüzde birlik siyasi oluşumlara mahkum ederken yüzde bir-iki civarında dolaşan siyasi partilerde de “ Bir şekilde az yada çok sayıda milletvekili ile TBMM’de temsil edilemezsem zaman içerisinde silinir giderim” endişesi yaratıyor.

Böyle bir noktada siyasi partiler ister genel seçim ister yerel seçim öncesi “İçi dışına mahkum/Dışı içine mecbur” söylemi çerçevesinde hiç istemedikleri halde “mecburi evlilik” yapmak zorunda kalıyorlar.

14 Mayıs tarihinde yapılan seçimde Millet ittifakı için o kadar fazla olumsuz ifadeler kullanıldı ki buraya yazmaya kalksak sahifelere sığdıramayız, “Zillet ittifakı” ile başlayan ve daha yüzlercesi olan yakıştırmalar şu an bile devam ediyor.

-Peki ya Cumhur ittifakı…

-Bir dönem nerede ise gırtlak gırtlağa gelen AK Parti ve MHP

-AK Partiye karşı yıllarca mücadele veren DSP

-Seçime beş gün kalıncaya kadar “İki dünya bir araya gelmeyiz” diye açıklama yapan YRP

-Cumhur ittifakının ikinci büyük ortağı MHP’ye rağmen ittifak içerisinde yer alan HÜDAPAR

Bu yazdıklarımıza daha çok fazla örnek gösterilebilir, “Şartlar ne olursa olsun asla bir araya gelemezler” diye bilinen ne kadar siyasi oluşum varsa anlaşılan o ki sadece ve sadece partilerinin yada kişilerin siyasi ikballeri adına “takiye” yapmışlar ve dünya nimetleri için bir araya gelmek zorunda kalmışlar.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin ne kadar faydasız olduğu, Cumhur ittifakı tarafındakilerin “hiçbir işe yaramaz” dedikleri Parlamenter sistemin biraz daha güçlendirilmesi halinde bu tür sahte birlikteliklere de ihtiyaç kalmayacağı biliniyor.

Bilindiği gibi siyasi partileri kişiler kurar devam edip etmeyeceklerine de millet karar verir, büyük umutlar ile kurulan ve genel başkanları tarafından “İlk seçimde iktidarız, en az yüzde 20 oy alacağız , şu kadar milletvekilini TBMM’ye göndereceğiz” iddiasındaki siyasi parti yada partilerin buldukları ilk fırsatta başka bir partinin kuyruğuna takılmaları acziyetten başka bir şey değildir.

Siyasi partileri kuran önce kendilerine sonra seçmene güvenecekler, “bizim hakkımızda iyi yada kötü kararı sadece ve sadece seçmen verebilir, bunun içinde biz kendi logomuz ve kendi adaylarımız ile seçime katılacağız” diyerek millete gideceklerdir.

Aksi takdirde birliktelikleri sadece menfaat üzerinden ve seçim akşamına kadar devam eden seçim sonrasında da şemsiyeleri altına girdikleri partiler dolayısı ile şahsiyet bulan parti yada partilerin seçmen karşısında en küçük bir değeri bile kalmamıştır.

Şarkıların bile “Başkası olma kendin ol” dedikleri bir süreçte, siyasi partilerin seçim öncesi söyleyemediklerini seçim sonrası itiraf etmeleri de çaresizlikten başka hiçbir şey değildir.