Geçtiğimiz mart ayında başlayan Korona salgını bugünlerde kelimenin tam anlamı ile tavan yapmış durumda, Korona salgınının başladığı ilk günlerde henüz tehlikenin farkında olmadığımızdan "bana bir şey olmaz" diye efeleniyorduk, ancak aradan zaman geçip içerisinde bulunduğumuz anlarda işin şakası olmadığı ortaya çıkınca zaten bozuk olan psikolojimiz iyiden iyiye dip yaptı.
Geçtiğimiz hafta İzmir'de meydan gelen deprem dolayısı ile tahmin edilemeyecek acılar yaşamamıza sebep oldu, Enkaz altından çıkan cansız bedenlere üzüntüden ağladık, sağ çıkanlara keyiften sevinçle ağladık, Son iki gündürde anlayamadığımız bir şekilde ABD'e yapılan seçim ile yatıp kalkıyoruz.
Yaşımızın olabildiğince ilerlemiş olmasındanmıdır, yoksa olaylar karşısında her geçen gün biraz daha duygusal bir pozisyona gidiğimizenmidir, böylesi durumlarda hemen geriler gitmeye yıllar öncesi hayatımızı hatırlamaya, Var olan bu sıkıntılardan bir nebze olsun kurtulup o güzel günlerinin limanına sığınmaya çalışıyoruz.
Bizden beş yaş büyük olan Türk müziğinin en güçlü seslerinden Nilüfer’in bizim gençlik yıllarımızda seslendirdiği “Dünya dönüyor/Sen ne dersen de/Yıllar geçiyor/ fark etmesende” isimli şarkısının üzerinden en az 40 yıl geçti, Nilüfer’in özel hayatını çok iyi takip etmediğimizden fiziki durumu ve sağlığı ile ilgili öyle aman aman bir bilgimiz yok, ancak bizim saçlarımız döküldü, dişlerimizde önemli bir miktarda azalma var, gözlerimiz eskisi kadar iyi görmüyor, Altmış yaşına gelmemize de şunun şurasında birkaç yıl kaldı, Dolayısı ile bizden beş yaş büyük olan Nilüfer’inde sonbahar mevsimini yaşadığını söylemek yalan olmaz.
İnsan belli bir süre dünyanın döndüğünü daha da önemlisi yılların geçtiğini anlamakta güçlük çekiyor, Günlük yaşamı sırasında bir oraya bir buraya koşalım derken bir bakıyoruz ki hiç gelmek istemediğimiz orta yaş gurubunun bile ortalarına misafir olmuşuz.
Böylesi bir noktada bir dönem güzel işler yapan ticarette, siyasette sosyal hayatta çok önemli başarılara imza attıktan sonra köşesine çekilen pek çok insana rahatlık battığında biraz da çevresinin “Sen şimdi her şeyi bir kenara bırakıp yeniden ortaya çıksan işlerine bıraktığın yerden devam edersin” şeklindeki gaz vermesi ile “Hadi bismillah” diyerek yola çıkmaya çalışıyor ancak farkında olmuyor ki artık hiçbir şey eskisi gibi değil.
Eski tip siyaset, Eski tip ticaret, eski alışkanlıklar, eski cihazlar, eski dostluklar, eski muhabbetler yada eskiye dair ne varsa hayatımızdan tek tek ayrılıp artık hiçbirimizin bulamayacağı karanlıklara yol aldıkları bir süreçte hayatımıza giren yeniliklere ayak uydurmanın zorluğu da zaten çok net bir şekilde biliniyor.
Son günlerde İş bankası reklamlarında sanatçı Cem Yılmaz’ın “her şey eve gelsin” şeklinde tamda bu günleri özetleyen bir çalışması var,Aslında dünya ile birlikte Türkiye’nin hangi istikamete doğru gittiğini önümüzdeki süreçte günlük hayatımızın nasıl devam edeceği ile ilgili harika bir çalışmanın anlatıldığı bu reklam bizim anlatmak istediklerimizi de tam olarak özetliyor.
Pek çok kez yine bu sütunlarda belirtmiştik bizim nesil teknolojiye tam kötü zamanda yakalandı, Bilgisayarların ilk çıktığı yılları sonrasına bizim gazetelerde kullandığımız nerede ise çeyiz sandığı kadar büyük kasalı ve monitörlü bilgisayarları hatırlayan çok sayıda yaşıtlarımız vardır.
Daha önce herhangi bir bilgisayar eğitimi almayan daha da kötüsü görev yaptığı kurumda bir noktadan sonra mecbur olduğu için teknoloji kullanmak zorunda kalan nesil öğrenmek ile öğrenmeme karasında yıllar yılı bocaladı durdu.
Son 20 yıl teknolojinin baş döndürücü bir hızla hayatımıza girdiği ve her geçen gün kendisini inanılmaz bir hızla yenilediği günler olarak hatırlarımızda kalacak, bugün yirmi yaşında olan ve bırakın ilkokulları ana okullarında başlayan teknolojik eğitim dolayısı ile yeni nesil bugünlere hazır bir duruma geldi kavuştu.
Teknolojiyi tam olarak yakalayamayan nesil ise kendisi ile kararları halen daha “kol gücü “ile çözebileceğini ,geçmiş yıllardan kalan ancak bugün hiçbir geçerliliği olmayan yöntemler ile hayata geçirebileceğini düşünüyor ancak yanılıyor.
Geçtiğimiz gün bir öğretmen arkadaşımız anlattı, Akıllı telefonu arıza yaptığı için servise bırakmış, ertesi gün okula gittiğinde iki öğrencisinin sınıfta olmadığını görünce merak edip çocukların ailesine ulaşıp “Çocuklar bugün neden okula gelmediler” diye sormuş,öğrencilerin ailesi de “Öğretmenim çocukların bugün okula gelemeyeceklerini dün size whatsApp’dan yazdım demek ki yazdıklarımı göremediniz” demiş.
Bu küçük örnek bile teknolojide nereden nereye geldiğimizin eski alışkanlıkların artık anlamını yitirdiğini bugün var olan gerçeklere ayak uyduramadığımız takdirde hayatımızın da olabildiğince zorlaşacağını düşünüyoruz.
Son 20 yılda hayatımızı olumlu yada olumsuz bir şekilde değiştiren teknolojinin şu günlerde daha hızlı bir şekilde mesafe alacağı artık gün gibi aşikar, Işık hızı da denilen bu çabukluğa kimin ne kadar fazla ayak uyduracağı o ülkelerinde teknolojide ne kadar ileri gideceği ile ilgilidir.
Bundan 20 yıl önce siyaset yapanlar, 15 yıl önce çalıştırdıkları kulüplere şampiyonluk sevinci yaşatanlar, Yöneticilik yaptıkları eğitim kurumlarında altın çağlar yaşatanlar bugün yeniden aynı başarıları yaşatmak isteseler de yapamayacaklarını bizden iyi biliyorlar.
Artık eskisi gibi 15-20 nüfuslu kalabalık aileler yok, biraz geçim sıkıntısından ama daha da çok değişen dünya düzeni vesilesi ile iki çocuğun bile çok olarak yorumlandığı küçük ailelere geçiş yaptık, dolayısı ile akrabalıklarda dostluklarda, buralara yapılan ziyaretlerde her geçen gün azalıyor.
Yaş geçtikçe anılar hayatımızda daha fazla yer tutmaya başladı, bizim yaş grubumuzdakiler geçmişte bir şekilde yollarlı kesişen bir akranını gördüğünde “neydi o günler, nerede o eski bayramlar” diye hayıflanmaları da artık o zamanları bir daha göremeyeceklerini bildiklerindendir.
Geçtiğimiz günlerde bir yazıda “Gideceğimiz yer geldiğimiz yere göre daha yakın” şeklinde müthiş bir tespit okuduk, Dünyada insan hayatının bilemediniz yüz yıl olduğunu varsaydığımızda bu zamanın yarısını yaşayan yani 50 yaşını deviren herkesin “gideceği yer geldiği yerden mecburen yakın” oluyor.
İnsanın bu kadar olup bitikten sonra kendisini sorgulamaya başladığı zamanlarda “Dünya dönüyor sen ne dersen de/Yıllar geçiyor fark etmesen de/Anladım ki biz eski biz değiliz/O günler geçmiş biz bu gündeyiz” demekten başka biç bir sığınacak limanı kalmıyor.
En azından biz o eski biz değiliz.