Parti siyaseti yok, Lider siyaseti var.

Türkiye’de iktidara gelmek adına kurulan, kurulur kurulmaz iktidara gelen, Uzun yıllar beklediği halde iktidar yüzü görmeyen, TBMM’de temsil edilen yada edilmeyen, “Tabela Partisi” durumunda bulunan siyasi kuruluşların büyük bir kısmı şu sıra il-ilçe kongrelerini tamamlayıp Büyük kurultaylarını sorunsuz bir şekilde aradan çıkarmaya çalışıyorlar.

Bu çalışmalar devam ederken geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel başkanı  Erdoğan’ın Üye yapma kampanyası” sırasında yaptığı konuşmalar gözlerin bir anda yeniden parti teşkilatlarına çevrilmesine vesile oldu.

Biz öteden beri siyasi partilerin gücünün üye sayıları ile belirlenemeyeceğini zira Türk insanının öteden beri güce sahip olma eğiliminden dolayı iktidar partisinde konuşlanmak gibi bir alışkanlığının bulunduğunu biliyoruz.

Muhtemelen yine bu sütunlarda 03 Kasım 2002 tarihinden sonra Türkiye’nin parti değil lider eksenli bir siyasete yöneldiğini bunun tek sebebinin de Recep Tayyip Erdoğan gibi son derece karizmatik bir olduğunu AK Partinin de üye yada teşkilatları ile değil sadece ve sadece Erdoğan’ın gücü ile her seferinde sandıktan birinci parti çıktığını yazdığımızı hatırlıyoruz.

2002 yılının Temmuz ayında kurulan ve kurulduktan çok değil 3 ay sonra partisini tek başına iktidara getiren Recep Tayyip Erdoğan’dan başka seçmenin “karizma” olarak değerlendiremediği bir lider çıkmayınca AK Parti o gün bu gündür iktidarını sürdürmeyi başardı.

31 Mart tarihinde yapılan yerel seçimde seçmen Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı şeklinde iki kampa ayrılmasa muhtemeldir ki AK Parti o tarihte başta İstanbul ve Ankara olmak üzere  o kadar büyük şehir belediyesini kaybetmeyecek ve süreç bu şekilde devam edip gidecekti.

İletişim teknolojisinin olağanüstü gelişmesi, dünyanın her geçen gün daha fazla küçülmesi, dünyada var olan siyasal hareketlerin anında bizim ülkemizde de yankı bulması ister istemez partileri geride bırakıp liderleri öne çıkarmaya başlamıştı.

Dikkat edin 03 Kasım 2002 tarihinden bu zamana kadar geçen süre içerisinde Türk siyasetinde Recep Tayyip Erdoğan var, Kemal Kılıçtaroğlu var, Devlet Bahçeli var, Temel Karamollaoğlu var, Doğu Perinçek var, Sözünü ettiğimiz bu liderlerin arasında geçtiğimiz seçim döneminde Meral Akşener katılmasa siyasi partilerin TBMM’deki milletvekili sayısında da önemli bir değişiklik olmayacaktı.

AK Parti 31 Mart tarihine göre seki gücünde değil, bu sebeptendir ki kurulduğu günden beri Koalisyona kesinlikle karşı olmasına rağmen son genel ve yerel seçimde MHP ile işbirliği yapma durumunda oldu, Önümüzdeki bir seçimde nasıl bir netice çıkacağını şimdiden bilmek zor ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi AK Parti artık tek başına iktidarı sağlayacak gücün epey bir uzağında bulunuyor.

Emmanuel Macron 21 Aralık 1977 doğumlu yani bugün itibarı ile 43 yaşında, Cumhurbaşkanı seçildiğinde 40 yaşında olan Macron 15 Mayıs 2012'de François Hollande'ın Cumhurbaşkanı olmasıyla beraber cumhurbaşkanlığı genel sekreter yardımcısı oldu ve 30 Ağustos 2014 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere Temmuz 2014'te bu görevden ayrıldı. 2. Manuel Valls Hükümeti'nde Ekonomi, Sanayi ve Dijital Ekonomi Bakanı olarak görev aldı. 30 Ağustos 2016'da hükümetten istifa etti. İstifasından sonra “En Marche/ Yürüyüş  !” hareketini oluşturarak 2017 Fransa Cumhurbaşkanlığı seçimlerine adaylığını koydu. İlk tur sonucunda Marine Le Pen ile ikinci tura kaldı ve 7 Mayıs 2017 tarihinde cumhurbaşkanı seçildi.

Okuyucularımız belki bu yazımızın Macron ile ne ilgisi var diye soracaklardır, yazımızın başında da belirttiğimiz gibi Recep Tayyip Erdoğan 2002 yılının temmuz ayında AK Parti’yi kurduğunda 48 yaşındaydı ve kurduğu Parti 3 ay sonra yani 03 Kasım 2002 yılında iktidar oldu.

Macron’da  30 Ağustos 2016 tarihinde bulunduğu görevden istifa ederek “En Marche/Yürüyüş ”hareketini başlattıktan yani 8 ay sonra yapılan seçimde Fransa’nın yeni Cumhurbaşkanı olmayı başardı.

Avrupa’nın, ABD’nin yada Rusya’nın hapşırdığı an bizim hasta olduğumuz bir süreçte dünyada meydana gelen siyasi değişimlerin dışında kalabilmek gibi bir şansımız yok ve kabul etmek gerekiyor ki, Demokrasi ile yönetilen ülkelerin pek çoğunda şu sıralar adı sanı duyulmayan ve seçimden çok kısa bir süre önce ortaya çıkan ve kendisini kabul ettirebilen lider 30 yıllık 40 yıllık 50 yıllık siyasi organizasyonları devirip iktidara gelebiliyor.

Ekrem İmamoğlu’nun, Mansur Yavaş’ın ve daha pek çok belediye başkan adayının partilerden çok kişisel özelliklerine bağlı etkenlerden dolayı toplumun her kesiminden oy almaları bizim anlatmaya çalıştıklarımızı da çok net bir şekilde ortaya seriyor zira Tayyip Erdoğan sonrası seçmenin “lider” diyebileceği özellikteki iki isim Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’tır.

Bundan sonrası göreceksiniz Partilerin değil daha fazla oranda liderlerin mücadelesi olacaktır, Kuruluş çalışmaları uzun zamandır devam eden ancak vatandaşın partiden çok kendisini merak ettiği Ali Babacan’ın atacağı yada atamayacağı adımlar, kendisinin bundan sonraki siyasetini tayin edeceği gibi, beklentilerin boşa çıkması durumunda da 2002 yılının Erdoğan’ı, (2017 yılının  Fransa’daki Macron’u) ve son olarak ta 31 Mart ve 23 Haziran tarihlerinde olduğu gibi Ekrem İmamoğlu örneğinde olduğu gibi yeni bir siyasi figürü  öne çıkaracaktır.

Bundan sonra seçmen parti değil Lider arayacak, Zira siyaset bizi her zamankinden daha fazla lider eksenli siyasete doğru götürüyor.