Geçenlerde okuduğum ve gerçek hayattan alınmış bir hadise, bu haftaki yazıma ilham kaynağı oldu. Söz konusu adise aynen şöyleydi;
Balık halinde idim. Giyiminden ve tavırlarından ağır meşrep olduğunu tahmin ettiğim yaklaşık 50 yaşlarında bir adam geldi ve işaret ederek tezgahtan balık istedi.
Balıkçı, "Hocam o sana yaramaz, bayattır" diyerek içeri daldı, aynı balığın çok daha tazesini çıkarıp adama verdi.
Hakikaten yenisi taptaze duruyordu, öncekinin bayat olduğunu sonradan fark ettim.
Adam balığını alıp uzaklaştı.
Ben oralarda beklerken başka bir müşteri geldi ve bir önceki müşterinin ilk seçtiği balıktan almak istedi. Yakınlarında olduğumdan konuşmalarını kolaylıkla duyabiliyordum.
Müşterinin "Nasıl, iyi mi" şeklindeki sorusuna balıkçı, "Süper" diye cevap verdi ve "Daha yeni geldi" diye de ekledi.
Balıkçı balığı temizlerken, içinin cıvıklığından balığın oldukça bayat olduğu kolaylıkla anlaşılıyordu.
Balıkçı bayat balığı paketleyip müşteriye verdi ve müşteri gitti...
Hikayedeki ikinci şahsın başına gelenler yıllar önce Ankara Ulus Halinde benim de başıma gelmişti.
O gün aldatılmış olmamdan kaynaklanan hayal kırıklığı hala tazeliğini koruduğundan, ne zaman ki balık alacak olsam, gene aldatılacakmışım gibi bir his uyanır içimde...
Anlattığım hadisedeki balıkçının ticari davranışından sonra şu soruları sormak gerekiyor;
Tanıdık ve torpilli müşteriye iyi, diğer müşterilere kötü balık vermek ahlaki midir?
Tanıdık müşteriye yaramayan balık, diğer yabancı bir müşteriye nasıl yarayacak?
Aldanmamak için ille de tanıdık bir yerden mi alışveriş yapmalı?
Harama kaymadan ve insanları aldatmadan da para kazanılamaz mı?
Az olsun, ama helalinden olsun demek çok mu zor?
Aslında balıkçı hadisesi örnek olarak anlatıldı. Birazcık düşündüğümüzde başka iş kollarında çalışan esnaflar tarafından da benzeri tavır içerisinde olanların hiç de az olmadığını anlıyacağız.
Bu ve benzeri hadiselerde suçlu olan sadece esnaf değildir. Kendisine güya torpil yapılan kişinin bu davranışa karşı tepkisiz kalması çok mu doğru bir davranıştır?
Kendilerine yapılan haksızlığı öğrendiklerinde ortalığı birbirine katanların, kendilerine torpil yapıldığında sessiz kalmaları da yanlıştır. Bu durum, rüşvet alanın da verenin de zararda olmasına benzer.
Mesela tanıdık bir çay bahçesine gittiğinizde, mekan sahibinin çayımızı özel demlikten getirmesi hoşumuza gider de, nedense "bana herkese verdiğin çaydan getir" diyemeyiz. Buna karşın, herhangi bir balıkçıdan aldığımız balığın bayat çıkması durumunda yaygarayı koparırız.
İşte bu tavrımız kendi içimizde yaşadığımız yaman bir çelişkiden başka birşey değildir.
Unutulmaması lazım ki, iyilerin olduğu yerde kötülüklerin hayat bulması mümkün değildir. Herşey arz ve talebe bağlı olarak gelişir ya da yok olur...
Aleyhimize yapılan haksızlıklara karşı gösterdiğimiz tepkileri, lehimize yapılan kayırmacılılıklara karşı da göstermedikçe asla iyi bir toplum olamayız...
Güzel güzel binalar, köprüler, hanlar, hamamlar ve saire, tek başına iyi bir toplumun göstergeleri olamaz. İyi bir toplumun en büyük özelliği, çoğunluğun iyi yetişmiş erdemli insanlardan oluşmasıdır.
“Bilge Mimar” olarak bilinen ve aynı zamanda Batı’yı tarihiyle ve felsefesiyle tahlil etmiş olan münevver insan merhum Turgut Cansever’e ait şu söz ne kadar da manidardır;
“Şehri imar ederken nesli ihya etmeyi ihmal ederseniz; ihmal ettiğiniz nesil, imar ettiğiniz şehri tahrip eder.”
Son söz;
Diktiğimiz binalarla değil, yetiştirdiğimiz insanlarla övünecek duruma geldiğimiz zaman iyi bir toplum oluruz...
Esen Kalın...