Mutsuz Şehirlerde Mutlu İnsan Aramak.

Bundan bir kaç gün önce konu ile ilgilenenelerin hatırlayacağı üzere EY (Ernst&Young) Türkiye, Türkiye Belediyeler Birliği ve WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) tarafından hazırlanan "Değer Yaratmak için Akıllı Şehirler" raporu yayımlandı.


Akıllı şehirlerin yarattığı değerin örneklerle aktarıldığı raporda büyüyen kentlerin çevre ve yaşam kalitesi üzerinde yarattığı baskılara dikkat çekilerek yenilikçi teknolojilerle akıllı şehir dönüşümünü gerçekleştirmenin gerekliliği vurgulandı.

WWF-Türkiye, Türkiye Belediyeler Birliği ve EY Türkiye tarafından hazırlanan "Değer Yaratmak için Akıllı Şehirler" raporu düzenlenen çevrimiçi basın toplantısı ile tanıtıldı. Raporda; hızlı şehirleşme, göç, nüfus artışı, güvenlik ve verimsiz kaynak kullanımı gibi zorluklarla karşı karşıya olan şehirlerde, yeni teknolojilerin yardımıyla sağlanacak akıllı şehir dönüşümünün sorunların çözümünde önemli bir rol oynayacağı ve değer yaratacağı ifade edildi. Türkiye ve dünyadan belediyelerin bu alandaki iyi uygulamalarından örneklere yer verilen raporda geleceğin akıllı şehirleri için yol haritası sunuldu.

Yayımlanan rapaorun oldukça uzun olması dolayıeı ile bu sütunlara sığdırma imkanımız yok ancak bizim rapordan anladığımız insan hayatında son derece süratli bir şekilde yol alan değişimden artık şehirlerin de kaçmasının imkansız olduğudur, Meseleye bu açıdan bakıldığında "Mutsuz şehilerde mutlu insan bulunmaz" görüşü de her zamankinden daha büyük önem arzettiği çok net bir şekilde ortaya çıkacaktır.
 

Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de köyden kente başlayan ve bir türlü durdurulamayan göç yüzünden ilgili ilgisiz herkesi rahatsız eden “Şehirleşme sancısı” bugünlerde en tepedeki yöneticiden en alt noktadaki vatandaşa kadar herkesin birinci meselesi olmuş durumda.

Kesin olmamakla birlikte bu günlerde Türkiye’de yüzde 70’in üzerindeki bir nüfusun şehirlerde yaşadığı söyleniyor, nüfusun nerede ise üçte ikisinin şehirde yaşadığı köylerin adeta boşaldığı bir noktada şehir hayatının ortaya çıkardığı zorluklarda hemen herkesi yoruyor, aklını başından alıyor.

Şehir hayatının özellikle de trafik sorunundan kaynaklanan zorlukların artık dayanılmaz noktalara gelip dayandığından olsa gerek içerisinde bulunduğumuz günlerde “Çok katlı binalardan az katlı binalara geçilmeli-dikey yapılaşma terk edilip yatay yapılaşmaya odaklanılmalı, yüksek katlı binalar doğal afetler yönünden de sakıncalıdır” şeklinde gerçekler ile pekte alakası olmayan söylemler herkesin kimyasını bozmuş durumda.

Uzun yıllardır Türkiye’de hemen herkesi eşit bir şekilde kapsayacak imar düzenin olmayışı bugün bizi artık tamiri güç sorunlar ile karşı karşıya bıraktı, Özellikle aşırı göçün başladığı 1980’li yıllardan itibaren siyaseten 800-900 nüfuslu yerleşim merkezlerinin Belde yapılması sonrasında başlayan sıkıntı o gün bugündür bir türlü giderilemiyor.

Pek çoğu ilkokul mezunu belediye başkanları tarafından yönetilen beldelerde gelişigüzel verilen imar izinleri, kimseye sorulmadan verilen katlar, derken birden bire bakıldı ki iş sarpa sarıyor, Sanıyoruz 2004 seçimleri ile birlikte Özellikle büyükşehirlerde kendisine bile faydası olmayan belde belediyeleri kapatıldı ve 10-15 beldenin birleşmesinden oluşan İlçe belediye başkanlıkları oluşturuldu.

O günleri hatırlayanlar vardır, Aynı siyasi partiye mensup belediyeleri birbirinden ayıran sınır çizgisinin bu tarafındaki 10 katlı bina yükselirken bilemediniz 20 metre ötede diğer belediyeye ait sınır içerisindeki binaya en fazla 4 kat verilmiş, ”Neden böyle oldu.?” sorusuna ise “Başkanımız öyle uygun gördü” cevabı veriliyordu.

İmar ile ilgili buralarda da sorun yaşandığı görülünce bu seferde İmar yetkisi çok büyük oranda Büyükşehir Belediyelerine verildi, bölge için kıymet arz eden yapılar ile ilgili önce Büyükşehir Belediyelerinin onayı alında, İmar düzenlemelerinde ilçelerden önce Büyükşehir Belediyesinin izni esas alınmaya başladı.

Son birkaç yıldır hangi partiye mensup olursa olsun özellikle Şehir merkezlerinde yapılaşma ile ilgili toplumun sinir uçlarına dokunmayan, “Yahu böyle imar olurmu.?” dedirtecek düzenlemelerden kaçınılan bir model ortaya çıkmaya başladı, dikkat edilirse başta büyükşehirler olmak üzere şehir belediyeleri son dönemlerde işini iyi bilen mimarları, şehir plancılarını bünyesinde barındırmaya , bunu yaparken de “bu zamana kadar ne olduysa oldu aman dikkatli olun hiç değilse bundan sonrasını kurtaralım” şeklinde bir görüş hakim olmaya başladı.

Dünyayı dolaşan, en azından okuyan, seyreden kitleler Şehirlerde yaşayanların derdinin 40 katlı 50 katlı yüksek binalar değil o binalarda çalışanları yada yaşayanları bu alanlara ulaştıracak trafik düzeninin yada park alanlarının olmamasından kaynaklandığını çok iyi bileceklerdir.

Bugün beş dönüm kapalı alanı olan bir Alışveriş merkezi ziyaret yada alışveriş için gelenler için kapalı alanın en az 4-5 katı park alanı inşa ediyorlar, Şehirlerde çok sayıda insanın yaşaması yada çalışması adına oluşturulan büyük projelerde mesela 300 konut yapılıyorsa her konut için bir otopark alanı yapılması nerede ise mecburiyet olmaya başladı.

Bu şekilde bir anlayış artık hayatımızda daha fazla yer etmeye başlarken bile İmar düzenlemelerinde yine de aksaklıklar olabiliyor, istenerek yada istenmeyerek istismara da kaçan oluyor, gelecek yıllarda bu tür olumsuzlukların hayatımızdan çıkacağını çok iyi biliyoruz ancak var olan bütün bu olumsuzlukları ortadan kaldıracak tek çarenin de İmar düzenlemelerinin yerelden alınıp Ankara’ya yani Çevre ve Şehircilik bakanlığına verilmesidir diye düşünüyoruz.

Ankara’dan yapılacak planlamalarda var olduğu düşünülen suiistimallerin ortadan kaldırılacağını düşünüyoruz, İmar düzenlemeleri Ankara’da yapıldığı takdirde bir yerde 40 kat hemen yanı başında 20 kat biraz ileride 10 kat verilmesi gibi sorunlar anında ortadan kaldırılacaktır.

Vatandaşı “Yüksek katlı binalar” ile korkutmanın kimseye faydası yok,

Dünyada çok yüksek katlı binaların nasıl büyük işlev verdiğini görüyoruz, oralarda daha düzenli, daha lüks daha insanca bir hayatın yaşandığına da şahit oluyoruz ama tek bir şartla oda yüksek katlı binalar yapılmadan önce ulaşım başta olmak üzere diğer ihtiyaçların nasıl yapılacağı hesap edileceği ile ilgilidir.

Şehirleşmedeki sancının uzun sürmesi herkesin moralinin bozulmasına vesile oluyor, büyükşehirlerde arsa fiyatlarının artması yada artık yatay olarak genişleyecek alan kalmaması ilerleyen dönemlerde zaten dikey yapılaşmayı mecbur edecektir.

Mesele o günlere bizim ne kadar hazır olduğumuz ile ilgilidir.