Koronavirüs salgını dolayısı ile eve kapanan, kapandıktan sonrada televizyon seyretmekten, fırında ekmek yapmaktan ve kitap okumaktan başka bir çaresi kalmayanların imdadına bilindiği gibi yayın evleri can simidi gibi yetişti, Normal zamanda bırakın kitabın tamamını okumayı bir kaç sahifesini bile aralayacak zaman bulamayanlar ikinci hatta üçüncü kitaba başlayınca durumu fark eden yayın evleri kitap fiyatlarında bir anda yüzde 60 yüzde yüzde 70 indirim yapmaya başladılar.
Yayın evleri yaptıkları bu çok büyük indirimler ile ellerinde yıllardır bekleyen kitapları tükettiler, Kitapların okuyucuya ulaşması sırasında Kargo şirketlerinin işlerinde olağanüstü yığılmalar oldu, Kitapseverler de yıllar yılı çok istedikleri halde okuyamadıkları kitapları yeniden bir "öğrenci" edası ile okuma imkanına kavuştular.
Biz öteden beri kitabı ve kitap okumayı severiz, Bizim için en iyi hediyenin de kitap olduğunu çok iyi bilen dostlarımız ellerinden geldiği kadar bize kitap hediye etmeye çalışırlar, bizde bu kitaplara çok büyük önem verir,onları doğduğumuz günden itibaren bizimle beraber yaşayan dostlarımız gibi görür hemen her fırsatta tekrar tekrar okumaya çalışırız.
Hatırlatmakta fayda var bizim öğrencilik dönemlerinde ortaokul üç yıldı, ilk beş yıldan sonra başlanılan ortaokul sağ selamet bitirilebildiği takdirde geriye kalan 3 yıllık lise dönemi başlar sonrasında ise Üniversite sınavında gösterilen performansa göre eğitim öğrencinin değil de sistemin istediği yöne doğru şekillenirdi.
Ortaokula başladığımız ilk yıl Türkçe derslerine gelen öğretmenimiz haftada kaç saat Türkçe dersi varsa anlatılması gerekeni anlatır ve şartlar ne olursa olsun dersin son on dakikasında “Kitap okuyacağız” diyerek bize yeni bir dünyanın kapısını açardı.
Biz Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu’nu, Hüseyin Rahmi Günpınar’ın, Gulyabanisini, Ömer Seyfettin’in Kaşağısını, Halit ziya Uşaklıgil’in Aşk-ı Memnusunu (Yasak aşk) ilk o günlerde tanıdık, bu eserler ile birlikte sayısını unuttuğumuz kadar kitabı gece gündüz demeden okumaya başladığımız anlarının fitilinin ateşlendiği günleri hep Türkçe öğretmenimiz vesilesi ile hatırladık.
Sonraları kitap okumak, seyahat yaptığımız her yerleşim merkezinde varsa Sahaflar çarşısını eğer yoksa da Sahaflar çarşısının muadili yerlerde “acaba okumayı kaçırdığımız şu kitabı da bulabilirmiyiz” diye uzunca bir zaman harcadığımızı biliriz.
Bir taraftan Türk milletinin bağrından çıkan bu yazarların eserlerini ara vermeden okurken diğer taraftan da Dünya klasikleri içerisinde müstesna yere sahip olan Maksim Gorki, Nietzsche, Emile Zola, Tolstoy, Balzac, Platon, Dostoyevski, Stendhal, Jack London, Alexandre Dumas, Victor Hugo gibi fikir adamlarının da okunması gerektiğinin farkına varıyorduk.
Yukarıda isimlerini verdiğimiz yazarların eserlerini birbiri ardına okurken ideolojik hassasiyetlerimizde yavaş yavaş şekillenmeye başlaması ile mesela Ömer Seyfettin’in, Pembe İncili Kaftan eserini biraz daha dikkatlice okuyor, ilgimizin Milliyetçilik kokan kitaplara karşı daha fazla olduğunu da hissediyorduk.
O günlerde yavaş yavaş Ülkü Ocaklarının da kapısını aşındırmaya başladığımızdan Ocaktaki görevlilerin “Vatan-Milet-Ezan-Bayrak” üzerine yazılan eserleri daha fazla okuduklarını görünce bizde Necip Fazıl’ın, Zindandan Mehmed’e Mektup, Kaldırımlar, Sakarya Destanı isimli eserlerini daha bir canla başla takip eder olmuştuk.
Biz kendimizi daha heyecanlı gördüğümüz sahaya doğru uygun adımlar ile ilerlerken diğer tarafta, Nazım Hikmet-Sabahattin Ali-Yaşar Kemal başta olmak üzere Türkçeyi son derece akıcı bir şekilde kullanan fikir adamlarının ortaya çıkardığı eserlerde çok genişi bir kitle tarafından takip ediliyor ama biz bu tarafa nedense biraz daha çekinerek bakıyorduk.
Burada bir hatıramızı nakletmek isteriz Milletimiz tarafından daha çok Zülfü Livaneli’nin bilinen ancak büyük şair Sabahattin Ali’nin bir şiiri olan ve “Ayın şavkı vurur sazım üstüne /Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne /Gel ey hilal kaşlım dizim üstüne /Ay bir yandan sen bir yandan sar beni “ifadelerini de bünyesinde barındıran şiiri herk kesim tarafından en çok sevilen ancak bir o kadarda sevildiği belli edilmeyen eserler arasındadır.
1937 yılında Sabahattin Ali tarafından yazılan Leylim Ley isimli şiiri Zülfü Livaneli bestelediğinde yakın çevremizde bulunan arkadaşlarımıza “Çok harika bir eser olmuş ama bir Ülkücü olarak solcu Sabahattin Ali tarafından yazılmış yine başka bir solcu sanatçı olan Zülfü Livaneli tarafından bestelenmiş böyle bir eseri dinlemek yada propagandasını yapmak bize yakışmaz, racona ters” diyerek aslında ideolojiye nasıl teslim olduğumuzu da kendi kendimize itiraf etmek zorunda kalmıştık.
Bizim çaresiz bir şekilde Leylim Ley eserini dinlemeye başladığımız tarih bu eseri İbrahim Tatlıses’İn de söylemesinden sonraya denk gelir, Şarkıyı Zülfü Livaneli’nin mi yoksa İbrahim Tatlıses’in mi daha iyi seslendirdiği bir tarafa beklide İbrahim Tatlıses’den dinlemek ideoloji olarak daha az yarar verir diye düşünmüştük.
Biz bir taraftan Leylim Ley isimli eseri dinlemekten kaçınırken bir taraftan da Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna” sı başta olmak üzere pek çok sol tandanslı yazar-çizerin eserlerini de büyük bir beğeni ile okuyor ve okutturuyorduk ve zamanda su gibi akıp gidiyordu.
Böylesi bir ortamda bir öğretmenimizin bize Atsız’ın “Yolların Sonu” isimli eseri verdiği an sanki yıllardır beklediğimiz yada çok uzun yıllar önce kaybedip te bulmadığımız bir yakınımız bulmuş gibi “Budur” dedikten sonra Atsız’ın, Bozkurtların Ölümü, Bozkurtlar diriliyor, Deli Kurt, hele hele de Ruh Adam isimli eserlerini geceler boyu nefes almadan okuyup bitirince ruhumuzun doyması adına başkada hiçbir şeye ihtiyacımızın olmadığını anladık.
Biz sonraları Sabahattin Ali’nin bütün eserlerini, Yaşar Kemal’in İnce Memed’ini, Nazım Hikmet’in, Can Yücel’in ve o cenahtaki bütün fikir adamlarının ortaya çıkardıkları bütün eserleri okuduk ve yıllar yılı kendi kendimize neden yasak koyduğumuzu yada bize bu yasağı kimlerin koyduğunu bir türlü anlayamadık.
Yazımızın başlığını bu yüzden Atsız-Necip Fazlı-Sabahattin Ali olarak koyduk, zira Türkiye 50-60 yıldır bu üç ismin temsil ettiği ideolojinin arasına hapsedilmek isteniyor, bu zinciri, kıran, kafasını biraz kaldıran hemen herkes “her üç akımda bu milletin değerleri, bu akımların tamamını okumak, tartışmak dururken neden yıllar yılı bu akımların birinin peşinden koşup diğerlerini tehlike olarak gibi bir yanılgıya düştük” diye mutlaka düşünmüştür.
Türkiye’de her geçen kitap okuyan sayısı azalıyor, Eserlerini severek okuduğumuz isimlerin pek çoğu bugün hayatta yok yani son dönemlere birkaç şair-yazar hariç ismi belleklere kazınacak düşünür yetişmiyor, yetişmeyince de ortada insan diye dolaşan ancak ruhu olmayan bir sürü ceset dolaşıyor.
Okumak lazım, okuduğunu anlamak lazım, anladıktan sonra daha çok okumak lazım, taraf tutmadan, peşin hükümlü olmadan, kendimize yasaklar koymadan okumak lazım, bunu yaptığımızda göreceğiz ki başkalarının ne dediğinden çok kendi vicdanımızla baş başa kalıp doğru bildiğimiz yoldan sonuna kadar gitmiş olacağız.
Hem kendimizi hem memleketimiz kurtarmak adına okuyalım Atsız’ı da okuyalım, Necip Fazıl’ı da okuyalım, Sabahattin Ali’yi de okuyalım, bu üç ismin şahsında oluşan ideolojileri bir araya getirdiğimizde geçen günlerin ne kadar boş ne kadar anlamsız olduğunu da daha net bir şekilde görmüş olacağız.
Okumaktan başka hiçbir çaremiz yok ki…
Hazır Koronavirüs salgını dolayısı ile evlere hapsolmuşken..