Türkçemizde "Ağzı olan konuşuyor" şeklinde muhteşem bir deyim var, bilen-bilmeyen kim varsa aklına esen her konuda açıyor ağzını yumuyor gözün, başlıyor sallamaya ki tutabilene aşk olsun.
Bu devir, üretmeden tüketim alışkanlığının toplumun her katmanını sarıp sarmaladığı bir devir.
Sıradan insanların, başkalarının emeklerini çalarak kendilerine parlak bir gelecek inşa ettikleri bir devir.
Okumadan, çalışmadan, üretmeden, düşünmeden kurnazlık yaparak hazıra konmak isteyen bir neslin devri.
Herhangi bir kitap okumadan, herhangi bir kütüphane yolunu öğrenmeden, akıllı telefonlardan, televizyonlardan, sosyal medyadan gördükleri ve duydukları ile topluma yön vermek isteyen tele âlimler ile dolu bir devir.
Benim yaşımda veya daha yaşlı olanlar bilir.
Eskiden takvim yapraklarının arkasında verilen bilgiler okunur ve saklanırdı.
Bu bilgileri devamlı takip edenler kendilerini bayağı donanımlı olarak kabul eder buldukları her ortamda noktasına virgülüne dokunmadan naklederlerdi.
Sonra onların yerini gazetelerin köşe yazarları aldı.
Bir konuyla ilgili kendine yakın hissettiği bir gazetenin köşe yazarı bir bilgi vermişse artık o tartışılması imkânsız bir hal alırdı.
Zamanla yazanla okuyan arasında, mürşitle mürit arasındaki gibi bir gizli ilişki ortaya çıkardı.
Köşe yazıları gazeteden özenle kesilir, saklanır ve lüzumu olduğu anda değişmez gerçekler gibi topluma nakledilirdi.
Sarsılmaz bir inanç ve iradeyle muhatabının doğruluğunu kabul etmesi için çetin mücadele verilirdi.
Gerek eğitim hayatımda, gerek çalışma hayatımı da gazetelerin fıkıh köşesini okuyup fakih, hukuk köşesini okuyarak avukat, ekonomi köşesini okuyarak ekonomist, sağlık köşesini okuyarak doktor, spor köşesini okuyarak teknik direktör kadar bilgili olduğunu söyleyen çok insanla karşılaştım.
Şimdi artık bunların yanına, daha geniş toplum kesimlerine hitap eden televizyon ve sosyal medya da eklendi.
Çünkü gazete ve takvim yaprakları yine okumak için bir emek ve zaman harcamak ister.
Oysa bunların yanında televizyon ve sosyal medya hem daha eğlenceli, hem de okumak gibi bir ağır yükü ortadan kaldırıyor.
Televizyona çıkan taraflar, izleyicilerin daha eğlenceli ve heyecanlı bir şekilde kendilerini izlemeleri için kavga dâhil danışıklı her türlü cambazlıklara müracaat ederler.
Ya da birbirlerini mat etmek için hiçbir kural tanımadan vuruşurlar.
Önemli olan karşı tarafın yenilmesi.
Bu amaçla toplumun ortak değerlerini, inançlarını kendi nefislerini okşamak uğruna kullanmadan çekinmezler.
Bundan maksat müritlerinin eline yeni malzemeler vererek gerek sosyal medyada, gerekse toplum içinde birbirlerine karşı kullanmalarını sağlamaktır.
Burada önemli olan akıl ve düşünme melaikelerini bir kenara bırakıp mürşidine tabi olmaktır.
Kopyala –yapıştır, beğen –yorum yap, paylaş –retweetle gibi işlemlerin nasıl yapıldığını öğrenip ve kendini duymak istediğin sese kaptırmaktır.
Oysa insanlar düşünen ve akıl eden varlıklardır.
Başkalarının düşündüklerini, söylediklerini akıl ve vicdan süzgecinden geçirmeden kabul etmek bizi robotlaştırır ve değersizleştirir.
Okumadan, araştırmadan, ilim, irfan ve hikmet sahibi olanları dinlemeden bir konu hakkında hüküm vermek bizi yanılgıya götürür.
Aklı hür, vicdanı hür bir hayat yaşamak varken, adeta böbrek hastalarının diyalize bağlı olduğu gibi televizyona, sosyal medyaya ya da kişilere bağlı hayatını sürdürmek hastalık belirtisidir.
Ortalık çok sayıda telekızlar gibi tele âlimlerle dolu.
Emin ol hiç biri sahipsiz değil, hiç biri amaçsız sokaklarda değil.
Bu kadar bilinmezler arasında kendimizi çokça okuyarak, düşünerek koruyabiliriz.
Devletimize, milletimize faydalı birer fert olabiliriz.
Ya bizler okuyacağız, araştıracağız gerçeği bulacağız.
Yâda birileri bizim canımıza okuyacak.