Gecenin sessizliğinde bir adam, ellerini yüzüne kapatmış, titreyen omuzlarıyla saklamaya çalışıyor gözyaşlarını. Kim bilir hangi derdin, hangi pişmanlığın, hangi kaybın ağırlığını taşıyor? Ama belli ki ağlamaktan utanıyor. Çünkü ona küçükken öğretilen tek şey, "Erkek adam ağlamaz!" sözüydü.
Oysa gözyaşı insan olmanın en doğal yanıdır. Kadın, erkek fark etmez; kalbi olan herkesin gözlerinden süzülebilir. Mutluluktan da akar, kederden de… Ama nedense erkeklerin ağlaması bir zayıflık gibi görülür. Sanki onların da kalbi yokmuş gibi. Sanki onların da içini acıtan şeyler olmuyormuş gibi.
İnsan anne ve babasını kaybettiğin de ağlamaz mı? Bir baba, evladının mezar taşına dokunduğunda ağlamaz mı? Bir adam, sevdiği kadını kaybettiğinde gözleri dolmaz mı? Yıllarca emek verdiği yuvası yıkıldığında, hayalleri suya düştüğünde, dost bildiği biri sırtını döndüğünde bir erkeğin canı yanmaz mı? Elbette yanar. Ve yanmalı da. Çünkü hissetmek, insan olmaktır.
Toplum erkekleri güçlü olmaya zorlar ama kimse onlara duygularını nasıl yaşayacaklarını öğretmez. Küçük bir çocuk düştüğünde "Kalk, erkek adam ağlamaz!" diye sertçe uyarılır. O çocuk büyür, içine atmayı öğrenir. Her şeye göğüs germeyi, kimseye zayıf görünmemeyi… Ama bir gün gelir, içinde tuttuğu ne varsa bir taş misali yüreğini ağırlaştırır. Oysa bazen en büyük güç, duygularını inkâr etmek değil, onlara sarılmaktır.
Erkeklerin de gözyaşları vardır, olmalıdır. Hem de herkesten daha çok ağlayanlar da vardır.
Çünkü bazen bir damla gözyaşı, bir ömre bedel acıyı hafifletir. Çünkü bazen ağlamak, ruhun yükünü hafifletmenin tek yoludur. Kimse bir erkeğin gözyaşlarını zayıflık sanmasın. Asıl güç, acıyı içine atıp taşlaşmakta değil, hislerini kabul edip yaşayabilmektedir.
Ve unutulmamalıdır ki, bir insanın gözyaşları onun kırılganlığını değil, ne kadar derin bir yüreğe sahip olduğunu gösterir. Kim demiş erkekler ağlamaz diye? Erkekler de ağlar, ağlamalıdır. Çünkü gözyaşı insanın en sessiz haykırışıdır. Çünkü her damla, insan olmanın en saf kanıtıdır.