Bir taraftan Pandemi, bir taraftan ekonomik kriz, bir taraftan siyasetçilerin bitip tükenmez tartışmalarından kelimenin tam anlamı ile bunalmışken bu kadar derdin arasında kendimizi birdenbire "Kuraklık tehlikesi" ile karşı karşıya bulduk.
Son 3-4 aydır "Barajlarda şu kadar su kaldı eğer kar yağmazsa çok kısa bir zamanda susuz kalacağız" şeklindeki haberler dolayısı ile psikolojimiz iyiden iyiye bozulmuş vaziyette,Yurdumuzun doğu ve güneydoğu anadolu bölgelerine kısmen kar yağıyor olsa da başta Marmara olmak üser insan yoğunluğunun en üst noktada olduğu bölgelerimizde olmayan yağış herkesin ister istemez "Kuraklık endişesi" yaşamasına vesile oluyor.
Kar yağışı ile ilgili olarak çocukluk anılarımızı bir kenara bıraktığımızda çok değil daha 8-10 yıl önce evlerimizden yada iş yerlerimizden yoğun kar yağışı dolayısı ile çıkamadığımız anlarda şimdi hayatta olmayan rahmetli annemin dudaklarından belli belirsiz dökülen
“Kar yağar bardan bardan
Yollar kapandı kardan
Ne gelen var ne giden
Haber gelmedi yardan
Kar yağar kar üstüne
Çıktım duvar üstüne
Meğer ki kör olmuşum
Yar sevem yar üstüne
Kar yağar ayazlanır
Gün doğar beyazlanır
O yar bana gelince
Hem sever hem nazlanır”
sözleri daha dün gibi aklımızda.
Bizim yaş grubumuzda olupta rahmetli anneminde mırıldandığı Sivas/Bostankaya yöresine ait bu türküyü bilmeyen nerede ise yok gibidir,
Bizim küçüklüğümüzde özellikle kış mevsiminde yapılan düğünlerde evlerin geniş odalarında daha çok bayanların el ele vererek “Kar yağar bardan bardan” şeklinde başlayan türküyü çocuk aklımızla dinler bir anlam veremememize rağmen pür dikkat dinlerdik.
Türkiye bilindiği gibi dört mevsimin aynı anlarda yaşandığı muhteşem bir ülke, ancak kabul etmek gerekir ki yurdumuzun diğer bölgelerine nazaran doğu ve güneydoğu Anadolu bölgelerimiz daha çok kar yağışı alır ve nerede ise sekiz ay karla kaplı bir coğrafyada yaşamanın hayatta kalmanın mücadelesini verir.
Bizim oralarda evlere daha çok “Dam” denir, dolayısı ile “Damdan dama atlar yar”,”Dam üstünde çul serer” ile başlayan yüzlerce türkü yada destan içerisinde kimse “Ev” ibaresini kullanmaz, “Dam” ile ilgili hikayeler, destanlar uzun kış gecelerinde birbiri ardına tekrarlanır durur.
Biz ilkokula gittiğimiz günleri hatırlarız, Kar yağışının bırakın insanı Evlerin üzerini kapatacak şekilde yağdığı, sabah saatlerine evinden çıkmak isteyenlerim kapısını açabilmek için öncelikle metrelerce yükseklikteki karı “Kürümek” zorunda kaldıklarını biliyoruz.
Kar yağışının olağanüstü boyutlarda olduğu o zamanlar bizde köydeki pek çok çocukluk arkadaşımızla birlikte metrelerce yükseklikteki kara bata çıka bin bir zorlukla komşu evlerin damlarına çıkar, O zamanlar sadece binanın üzerinde “mertek” denilen ağaçların üzerine içeriye ışık gelsin diye monte edilmiş camın üzerine taşıyabildiğimiz kadar karı yığar karanlıkta kalan ev halkının “Ulan falancanın yehdileri.!!!” şekkindeki feryatlarını duyar duymaz bir başka komşunun damına doğru ilerlemeye çalışırdık.
O hiç durmadan devam eden kar yağışı dolayısı ile evden çıkamadığımız Salı akşamları özeldi tüm aile efradı için. Salı akşamları rahmetli annem yatakları erkenden serer, Rahmetli babam kendi yatağının üzerine oturur, radyoyu yanına alır, Ümit Kaftancıoğlu’nun hazırladığı “Gönül Telimizi Titretenler” programı başlar başlamaz “Sükut olun” şeklinde komut verdikten sonra programını girişindeki
“Gâhî Arzu, gâhî Kamber…
Gâhî Mecnun, gâhî Leyla…
Öyle ya, her âşığın bir âhı vardır…”
anonsunu adeta bütün ev halkı bir marş gibi tekrar eder, ancak programın tam orta yerinde hemen hepimiz uyumuş olurduk.
Kar yağışının yoğun olduğu zamanlarda şu an bile tadını asla unutmadığımız tandır ekmeği vardı, Hamurunu hazırlamanın ve pişirmenin çok zahmetli olduğu tandır ekmeğini rahmetli annem bir sanatçı edası ile pişirir, Fırınlarda pişirilen ekmeklere benzemeyen hem lezzeti güzel hem de çabuk bayatlamayan, uzun süre muhafaza edilebilir olan tandır ekmeğinin pişirilmesinden sonra aralarında bizimde olduğumuz 6-7 çocuğun birden ayaklarını tandırın içerisinde salladığımız andan itibaren o sıcaklığın verdiği huzur ve güveni anlatabilecek kelimelerin olmadığına inanıyoruz.
Yukarıda yazdığımız örneklere onlarcasını, yüzlercesini eklemek mümkün, Ancak ne yazarsak yazalım, ne yaparsak yapalım, bizim için olağanüstü sayılabilecek o muhteşem hatıraları da tekrar yaşamanın mümkün olmadığını da biliyor, çok ama çok üzülüyoruz.
Örnek vermeye çalıştığımız zamanın üzerinden en az 50 yıl geçti, biz o toprakları , o coğrafyayı terk ettik ve işin kötüsü kar yağışını da o coğrafyada bıraktık.
Şimdilerde herkes ellerindeki akıllı telefonlarından Meteoroloji genel müdürlüğün nerede ise dakikada bir geçtiği “Dikkat yoğun kar geliyor, dikkat kar Edirne’den giriş, yaptı, dikkat İstanbul kar altında kalacak” uyarılarını dikkate alıp önlem alıyor, her şey tamam ama olmayan tek şey kar yağışı.
İklimler değişti, Kar eskiden olduğu gibi yine Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgemize yağıyor, Marmara’da kar yok, Ege’de kar yok, Akdeniz’de kar yok, herkes balkonlarda bekliyor, bir an heyecanla “Kar başladı” şeklinde heyecanlı bir ses yükseliyor, sonrası yok.
Böylesi zamanlarda bizimde dudaklarımızdan belli belirsiz “Kar yağar bardan bardan /yollar kapandı kardan /ne gelen var ne giden /haber gelmedi yardan/kar yağar kar üstüne /çıktım duvar üstüne /meğer ki kör olmuşum /yar sevem yar üstüne/kar yağar ayazlanır /gün doğar beyazlanır /o yar bana gelince /hem sever hem nazlanır” dizeleri dökülüyor..
Şu sıralar her an kapımızı çalacağı söyenilen "kuraklığın" gelmemesi adına dua etmekten başka llimizden başka bir şey gelmiyor…
Zira tehlike her zamandiken daha büyük..