Kaht-ı rical mi.?, Adam İsrafı mı.?

Başlıkta yer alan "Kaht-ı Rical" sözünü daha önce duymayanlarınız olabilir. Bu nedenle öncelikle bu sözün manasını açıklayarak yazıma başlamak istiyorum.

"Rical" kelimesi, Türkçe'de "adam" manasına gelen Arapçadaki "racül" kelimesinin çoğuludur. "Kaht" ise "yokluk, kıtlık, kuraklık" demektir. Bu iki kelimeden mürekkep "Kaht-ı Rical" sözü ise "yetişmiş adam kıtlığı, değerli devlet ve siyaset adamlarının yokluğu" manalarına gelir. Bir başka deyişle, devlet yönetiminde ve liyakat isteyen diğer alanlarda, kalifiye eleman bulunamaması durumuna "Kaht-ı Rical" denir...

Yaklaşan seçimler öncesinde açıklanan milletvekili aday listelerini görünce nedense aklıma şöyle bir soru takıldı;

Ülkede adam kıtlığı mı var ki üç aşağı beş yukarı aynı adamlar gene aday gösterildiler?

Gerçekten de listelere bu açıdan bakıldığında, milletvekili adayı olarak önümüze çıkan isimlerden pek azı yeni simalardan oluşmakta. İktidar partisinin 3 dönem kuralı aslında makul bir uygulama olmasına karşın, benim şahsi kanaatim yasal olarak ardı ardına 2 dönemden fazla milletvekilliği yapılamaması gerektiğidir.

Öte yandan, bazı isimler var ki geçen dönemde milletvekili olmasalar bile daha önceki dönemlerde defalarca bu görevi ifa etmişler. Dönüp dolaşıp aynı isimlerde karar kılınmasının manası nedir, doğrusu bunu pek anlamış değilim...

Aynı durumun bürokraside de geçerli olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Nice bürokrat var ki, neredeyse görev yapmadıkları hiçbir üst makam kalmadı. Bir makam boşaldığında (sanki bu ülkede yetişmiş başka adam yokmuş gibi) akla hep aynı isimler gelmekte ve üst düzey görevler belli kişiler arasında dönüşümlü olarak el değiştirmekte.

Acaba gerçekten de bu ülkede yetişmiş ve liyakatli adam kıtlığı mı var?

Şükür ki sorunun cevabı "evet" değil.

O halde sorun nerede?

Sorun şu ki bu ülkede haddi aşan derecede "adam israfı" mevcut...

Sözlükler israfın tanımını yaparlarken, “gereksiz harcama, gereksiz tüketim, savurganlık, tutumsuzluk” ifadelerini kullanmaktalar.

TDV İslâm Ansiklopedisi’ne göre ise israf, genel olarak inanç, söz ve davranışta dinin, akıl veya örfün uygun gördüğü ölçülerin dışına çıkmayı, özellikle mal veya imkânları meşru olmayan amaçlar için saçıp savurmayı ifade eder.

İsraf denilince ilk etapta aklımıza zaman israfı, para israfı, mal-mülk ya da eşya israfı vs gelir. Ancak ben bu yazımda çok ilginç, fakat bir o derecede de önemli bir israf türünden bahsetmek istiyorum ki, o da "adam israfı"dır...

Sakın “Şimdi bu da nereden çıktı?” demeyin.

Diyebilirim ki çağımızın en büyük israfı kesinlikle adam israfı, bir başka deyişle adam harcamaktır.

Ne acıdır ki günümüzde insanlar birbirlerini bozuk para harcar gibi harcamaktalar. Siyasetten bürokrasiye, sivil toplum kuruluşlarından cemaatlere, dindarından ateistine, milliyetçisinden komünistine, muhafazakârından liberaline kadar, yelpazenin sağından soluna kadar her plâtformda çatır çatır adam harcanmakta...

Adam harcamak bize basit ve ucuz bir iş gibi gelebilir. Ancak, harcanan her kıymet yaşanılan toplumun yarınlarından çalmak ve maddi olarak telafisi mümkün olmayan bir fatura demektir. Bu faturayı belki bizler ödemeyiz, ama unutmayın ki bizlerin çocukları bu faturayı muhakkak ki misliyle ödeyeceklerdir...

Bir konuda kendisini yetiştirmiş, donanımlı, kalifiye ve liyakatli bir insanı atıl bir hale getirip, kişisel menfaatler ve ikbal uğruna işten anlamayan, becerisi olmayan ve liyakatsiz birini işbaşına getirmek, yaşanılan topluma yapılabilecek en büyük ihanetlerden biridir...

Ne yazık ki içinde yaşadığımız toplum, adam harcamayı maharet zanneden ve ne kadar adam harcarsa kendisini o kadar karizmatik ve bir o kadar da lider vasıflı gören akıl fukaraları ile dolu.

“Hedefe ulaşmak için her yol mubahtır” sözünü şiar edinen bir sürü eyyamcı, sırtına bindikleri yol arkadaşlarını tek kullanımlık peçete misali fırlatıp kenara atmayı bir meziyet addetmekteler. Sözkonusu haysiyetsizler, bu davranışlarını övünülecek bir hasletmiş gibi sağda solda anlatmaktan ve “Kırk yıllık dostumu bir kalemde silip attım” demekten de utanmamaktalar. Böyleleri için karşısındaki muhatap kırılmış, darılmış veya üzülmüş ne gam; kul hakkı ise hak getire...

Kader birliği yapmış ve aynı davada omuz omuza mücadele etmiş insanların birbirlerinin ayaklarına çelme takmaları, birbirlerinin kuyusunu kazıp iftiralarla itibarsızlaşmaya çalışmaları, hatta bütün bunları "dava adına yaptık" demeleri ne kadar acı, değil mi?

Beraberce yola çıktığınız insanlar kul hakkını öz haklarıymış gibi görmeye başlamışlarsa, bencilleşmişlerse, menfaat peşinde koşmaya başlamışlarsa, haksız ve hadsizleşmişlerse, yolun doğruluğunun ve güzelliğinin ne kıymeti kalırki?

Unutulmamalıdır ki, doğru davalar doğru insanlar ile hedefe ulaşırlar...

Sorarım sizlere;

Donanımlı bir insan kolay mı yetişiyor?

Hak ettiği yere gelemeyen liyakatli bir insan dünyaya bir daha mı gelecek?

İş işten geçtikten sonra “Yanlış yapmışız, özür dileriz” sözü hangi yanlışı düzeltiyor, hangi kırılan kalbi tamir ediyor ya da geçen yılları nasıl geri getiriyor?

Gerçekten de insan israfı israfların en büyüklerinden biridir; yanlıştır, ayıptır ve de günahtır. Daha da ötesi, Gayretullaha dokunur...

Son söz İbrahim Tenekeci’den gelsin;

Silgiler, silerken silinirler de...

Esen Kalın...