İzmir sokakları deniz kokan bir şehirdir. Gençliğimin şehri. Aykırı, farklı ama kardeş bir şehir. Öğrencilik yıllarımda sabah Belkahve’den İzmir’e inen otobüsün içinden seyrederdim. Hava yeni aydınlanmış, İzmir’in sokaklarında telaş yeni başlamış olurdu.
Belkahve’de içimi dolduran bir heyecan ve rüzgar hissederdim. Atatürk’ün yorgun gözlerini, keyif ile içtiği sigarası ve kahvesini uzun yılların sonrasında gelen zaferi hissederdim. Sadece ben değil otobüsün içinde herkes susar bu manevi iklimi yaşardık.
Otobüs kıvrımlı bir inişin ardından şehre girerdi. Sokak satıcılarını, üşengeç sokak köpeklerini, işe geç kalmış kadınların koşturmacalarını, uyanamamış öğrencilerin dağılmış saçlarını seyrederdim yol boyunca. Yunan işgali devam etseydi eğer diye bir an düşündüğümde bu sabahın tüm büyüsü bozulurdu.
Sokaklarda ihanet, laubali asker kahkahaları, ötelenen, örselenen bir halk. Çocuklar tokatlanıyor, kadınlar taciz ediliyor,askerler dövülüyor, itiraz eden öldürülüyor. Bunları olaylara şahit olan bir İngiliz gazetecinin yazdıklarını okuduğum için biliyordum. Afyon’a kadar tüm Ege’de yaşanan bu zalim işgal midemi bulandırır ve gözlerimi kapatırdım bir süre.
Otobüsten inişte dolmuşa binince göğsümü dolduran imbat beni kendime getirirdi.Tren garı,trenden inen yorgun ama gururlu Türk askeri, Alsancak’a doğru yakılmış evler duman ve is kokusu,kemeraltını doldurmuş yıllardır evlerinden çıkamayan el yapımı Türk Bayraklarını sallayan ilkokul çocukları, valilik binasının gönderinde asılı Türk Bayrağı. Ben geçerken her yer zafer ve gurur kokardı. Belkahve’den başlayıp İzmir’in sokaklarına kadar devam eden belki bir saatlik bu yolculuk neleri kazanabileceğimizi ve ne büyük bir uçurumun kenarından döndüğümüzü anlatırdı bana.
9 Eylül 1922 sadece bir savaşın sonu değildir. Türk Milletinin Anadolu’da kalma mücadelesinin sonucudur.
Parçalanmış, küçük bir azınlık devletinin yani Yunanlıların işgali ile hakarete uğratılmış, İstanbul’u işgal edilmiş, sokaklarında terbiyesiz askerlerin kadınlarımıza sarktığı,kışlalarda askerlerimize hakaret edilip şehit edildiği, Anadolu’nun her yerinde kadınların, çocukların acımasızca öldürüldüğü o karanlık yıllarda amaç bu coğrafyadan Türkleri çıkarmaktı.
9eylül işte bunu sonsuza kadar yapamayacaklarının Türk Milletinin haykıra haykıra söylediği tarihtir. İzmir’in sokaklarındaki deniz kokusu bizim, şose yollar, zeytin ağaçları, mahallelerde yemek kokan kahkahalar, çocuk yaramazlıkları, tren düdükleri, vapur sirenleri, midye dolmacıların, sandviç tezgahlarının kalabalığı, işportacıların gürültüleri bizim.
Hep bizim kalacak.
Bu yazıyı böyle gurur ile bitirmek isterdim. Ama Anadolu’da yaşamak kolay değil.Her gün bu güzel ülkede bu kadar kötülük nasıl olur diye sormaya başladık artık. Artık bu ülkede kadın, çocuk, ağaç ve sokak hayvanı olmak ölüme eş değer.
En son Narin sekiz yaşında bir çocuk acımasızca katledildi. Her ay onlarca kadın taciz ediliyor öldürülüyor, çocuklara tecavüz ediliyor, sokak hayvanları öldürülüyor ağaçlar katlediliyor. Oysa bu topraklarda özgür ve insanca yaşamak için daha yüz yıl önce savaştık şehit olduk.
Kaybedince değerini anlamak zorunda kalmamak için herkes üzerine düşeni yapmalı. Bizim gidebileceğimiz başka bir Anadolu yok. Burada çağdaş ve güzel yaşamak için yeterince canımızı kaybettik.
Artık yeter! Bugün 9 Eylül; hadi gelin tekrar başlayalım.