Cuma gecesini cumartesi gününe bağlayan saatlerin sona ereceği anlarda İçişleri Bakanlığı tarafından kamuoyu ile paylaşılan " İçişleri Bakanlığınca bu geceden, 12 Nisan saat 24.00'e kadar 30 Büyükşehir ile Zonguldak'ta, il sınırları içerisinde sokağa çıkma yasağı getirildi."şeklindeki duyurunun yayınlandığı 22.00 ile 24.00 arasındaki saat diliminde yaşananlar insan kalitesini daha doğrusu insan kalitemizi bir kez daha gözler önüne serdi.
Hafta sonu yani 48 saatliğine sokağa çıkma yasağını duyan bizim hane halkı "Evde ekmek yok 2 gün boyunca ne yapacağız.?" şeklinde panikleyince "Sakin olun Devlete ve Devletin diğer birimlerine güvenin, Aç kalmayız, bir kaç saat sonra her şey yoluna girer" dedikten dakikalar sonra ortaya çıkan görüntülere bakınca gerçekten utandık,çok büyük üzüntü duyduk.
Zaten bizim bu şekildeki düşüncemizin üzerinden dakikalar sonra Bakanlık tarafından Valiliklere gönderilen genelge ile vatandaşın panik yapmasını gerektirecek bir sıkıntının olmadığı da ortaya çıktı, Ertesi günde evin tam alına park eden bir fırın aracından inen çocuklar "-Abi ekmek ihtiyacı varmıdır.?" diye sorduklarında kendi kendimize "İyi ki dün gece sadece iki saatliğine ortaya çıkan yağmacılar arasında değil Devletine ve devletinin tüm kurumlarına güvenen kitlenin arasında olmuşuz" diyerek kendimizle gurur duyduk.
Hepimizi derin endişe ve korku içerisinde bırakan Koronavirüs salgını sırasında değil hayatımızın her noktasında bir şekilde karşı karşıya geldiğimiz bir kitle daha söze başlar başlamaz “Ben şöyle dürüstüm, ben böyle imanlıyım, Namus kavramı benim için her şeyden önce gelir,Devletime ve değerlerime aşırı şekilde bağlıyım” şeklinde başlayan ve bir türlü sona ermeyen Pehlivan tefrikalarını dinledikçe zaten bozuk olan moralimiz iyiden iyiye aşağılara düşüyor.
Herkesin iyi, herkesin dürüst, herkesin en namuslu olduğu bir dünyada bu kadar kötülükle, bu kadar olumsuzlukla ve kendisinden başka hiç kimseyi düşünmeyen bir kitle ile neden karşı karşıya olduğumuz ile ilgili de muhataplarımızdan herhangi bir cevap alamadığımızda da işin doğrusu kendimizi hüsrana uğramış gibi hissediyoruz.
Hikayeyi aşağı yukarı hepimiz biliriz, Evin babası bir hafta çalıştıktan sonra pazar sabahı kalkıp, bütün haftanın yorgunluğunu çıkarmak için eline gazetesini alır ve bütün gün miskinlik yapıp evde oturacağını düşünürken çocuğu koşarak gelir ve “Baba parka ne zaman gideceğiz” diye sorar.
Baba çocuğuna daha önceden “bu hafta sonu seni parka götüreceğim” diye söz vermiş, Ama canı da hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyor, “Bu işten nasıl sıyrılacağım” diye kara kara düşünürken gözüne gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası ilişiyor.
Gazetedeki dünya haritasını elinden geldiği kadar küçük parçalara ayırıyor ve çocuğuna; “Eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni parka götüreceğim.” dedikten sonra kendi kendine “Oh be kurtuldum, en iyi coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı akşama kadar düzeltemez.” diye düşünüp koltuğa biraz daha geniş şekilde sere serpe uzanıyor.
Aradan 10 dakika geçince, çocuk babasının yanına koşarak geliyor ve “– Baba haritayı düzelttim; artık parka gidebiliriz” diyor, Baba önce inanamıyor ve haritayı görmek istediğini söylüyor.
Haritaya bakıp gördükleri karşısında hayretler içinde kaldıktan sonra oğluna “ bunu nasıl yaptın.?” diye soruyor, Çocuk babasının hayret dolu bakışları karşısında “Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan resmi vardı. İnsanı düzelttiğim zaman, bütün dünya düzeldi, bu kadar basit” cevabını veriyor ve babası ile birlikte parkın yolunu tutuyorlar.
Son dönemlerde ahlaki değerlerimizin ne kadar yozlaştığını, bizi biz yapan kurallardan sıyrılmak kendimizin bir liralık menfaati için karşımızdakinin bütün emeğini yok etmek adına verilen mücadeleyi görüyor, ister istemez üzülüyoruz.
Çocuklarımızın iyi yetişmesi için okullarımız var, İlk öğretime geçmeden önce evlatlarımızın hazır hale gelmesi adına çok sayıda okul öncesi kurumlarımız bulunuyor, okula başlayan çocuklarımıza dini konularda Ahlaki konularda bilgi veren öğretmenlerimiz-hocalarımız var.
Çocuklarımızın hayata hazırlanması adına başında Milli olan Eğitim bakanlığımız, Eğitim ve Öğretim hizmetleri aksak kalmasın, çocuklarımız Manevi olarak ta eğitim alsınlar diye oluşturulan Diyanet İşleri başkanlığı altında bir Devlet kuruluşumuz var.
Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyanet işleri Başkanlığımızın bulunmadığı Şehir-İlçe-Belde-Kasaba-Köy-Mezra nerede ise yok gibi, daha açık bir ifade ile Öğretmen ve İmamın bulunmadığı görev yapmadığı bir yerleşim merkezinden asla söz edilemiyor.
Kabul etmek gerekir ki çocuklarımız daha ilk öğretim çağında evdeki Anne babalarından çok okullarda Öğretmenlerin dini eğitim aldıkları Diyanet İşleri başkanlığına mensup alanlarda da İmamların söylediklerini dinliyorlar, Evde annesinin babasının dediğini yapmayan çocuk Öğretmenin ve imamın bir dediğini asla iki etmiyor.
Öğretmenlerde, İmamlar yada bu konumdaki hocalarda işin doğrusu çocuklarımıza insanı insan yapan değerleri vermekten geri durmuyorlar,
Daha güzel, daha yaşanabilir bir dünya için dünyayı düzeltmeden önce insanın kendisini düzeltmesi gerektiği yönünde telkinlerde bulunuyorlar.
Böylesi bir noktada okul öncesi eğitimden sonra 11 yıllık temel eğitime geçen çocuklarımızın Devletine,Dinine,diyanetine sahip çıkmasını beklemek ve bu eğitimi almış çocuklarımızın dışarıdan gelebilecek her tülü kötülüklere, bütün yanlışlıklara karşı daha sağlam durmalarını beklemek gibi bir hakkımız olduğunu düşünüyoruz.
Ancak biz bu güzel duyguları beklerken Uyuşturucu kullanma yaşının orta okul seviyesine geldiğini, Asayişe uygun olmayan davranışların en üst noktalara doğru çıktığını, kimsenin kimseyi sevmediğini daha açık bir ifade ile insanı insan yapan değerlerden her geçen gün çok büyük bir hızla uzaklaştığımızı görüyoruz.
Hal böyle olunca iş dönüp dolaşıp en başta Eğitim olmak üzere bu kadar yanlış üreten sistemi sorgulamamız gerekiyor, Bütün malzemenin sağlam verildiğini düşündüğümüz bir sistemin bu kadar kötü ürünü nasıl olup ta piyasaya sürdüğünü gerçekten merak ediyoruz.
Bu kadar olumsuzluk karşısında bir şeyler yapmasını beklediğimiz siyaset makamı Şehirleri, Türkiyeyi ve en sonunda da dünyayı düzeltmeye, nizam vermeye çalışıyor,
Ancak bu siyasetçilerin yönettikleri daha doğrusu yönettiklerini sandıkları yerleşim merkezlerinde yaşayanlar yerlere tükürüyor,
Trafikte kendisinden başka hiç kimseye hayat hakkı tanımıyor, Sarı-kırmızı-yeşil ışık diye bir renk bilmiyor,
Toplu ulaşım araçlarında yaşlılara yer vermiyor,
ellerinde bulunan kesici ve delici aletler ile devlete ait ulaşım araçlarının yüzeylerini paramparça etmekten çekinmiyor
ve dün gece de görüldüğü gibi adeta yağmacı gibi davranmaktan kesinlikle geri durmuyor.
Daha güzel işler yapmasını beklediğimiz çocuklar beklenenin aksine hayvanlara eziyet ediyor, hırsızlık, Gasp-soygun yapmaktan geri durmuyorlar, okullarda öğretmenleri dövüyorlar, çalışmadan, emek harcamadan daha lüks bir hayat sürmeye çalışıyorlar, bu yüzden de gidip bakın cezaevleri ağzına kadar dolu.
Bir düşünür “Ülkeyi kalkındırmanın en kolay yolu iyi bir eğitimdir” diyor, Ancak biz yıllar yılı bu düşünceyi ikinci hatta üçüncü plana attığımızdan olsa gerek bir türlü iki yakamız bir araya gelmiyor.
Hayatımız her geçen gün kötüye doğru gidiyor, dünyanın genç nüfusu en fazla ülkesi olmakla övündüğümüz bir noktada “yeniden bir gönül seferberliği” gerçekleştiremediğimiz daha da önemlisi önce “kendimizi düzeltemediğimiz” bir noktada yarınlarda bu günleri de arayacağımızı maalesef görüyoruz ve yöneticilerimize “Dünyayı-Türkiyeyi düzeltmek hedefini bırakın Önce İnsanı düzeltin” tavsiyelerinde bulunuyoruz.
Ne demişti çocuk babasına “İnsanı düzelttim, dünya düzeldi.”