İnsan olabilmek.!

 İmkanı olup hayatının belli bir kısmını daha çok Avrupa ülkelerinde geçiren, tatil ya da iş gezileri için yurt dışına çıkıp belli bir zaman o kentlerde kalanların gördüklerini, yaşadıklarını anlattıktan sonra "Elin oğlu yapmış be kardeşim, bizden bir şey olmaz" diyerek, son noktayı koydukları sohbetlere tanık olmayanımız nerede ise yok gibidir.

Hayatta kalmamızı nerede ise tesadüflere bağlayan çok büyük bir kitlenin olduğunu hepimiz biliyoruz. Avrupa ülkelerindeki hayat nizamını bize anlatan dostlarımıza "Yahu kardeşim sen de bu memleketi bu kadar aciz bir şekilde görmekten artık vazgeç" desek de bir kez yurt dışına çıkma imkanına kavuşup bize anlatılanlarını yerinde gördüğümüzde, o memleketleri bize anlatan muhataplarımıza haksızlık yaptığımızın farkına hemen varıyoruz.

Geçtiğimiz yıl  İçişleri Bakanlığı’nın trafikte yaya önceliği bilincini oluşturmak için Türkiye genelinde 81 ilde eş zamanlı olarak başlattığı 'Öncelik yayanın' eylemini görünce o günlerde kendi kendimize "İnsan hayatını bire bir ilgilendiren böylesi uygulamaları hayata geçirmek için neden bu kadar geç kalıyoruz ?" sorusunu yeniden sormaya başladık.

Türkiye’de henüz başlatılan 'Öncelik yayanın' uygulamasını biz 1980’li yıllarda Almanya’da öğrenci iken biliyoruz. Belki bu uygulama sadece Almanya’da var diye düşünüp, 1990’lı yılların ikinci yarısında İngiltere’ye eğitim için giden ve belli bir zaman kalan dostumuza sorduk, o da "Aynı uygulama İngiltere başta olmak üzere bütün AB ülkelerinde var" cevabını verdi.

Bizim 3 yıldır KKTC Güzelyurt’ta evimiz var. Buralarda fazla bunaldığımızda, biraz nefes alabilmek adına çoluk, çocuk Güzelyurt’a gidiyor belli bir süre kaldıktan sonra geri dönüyoruz.

KKTC’de kaldığımız zaman zarfında trafik akışını görüyor, orada da geçiş üstünlüğünün yayalarda olduğunu fark ediyor, araç sürücülerinin de yayalar trafikte rahatsız olmasın hayatlarına rahat bir şekilde devam etsinler diye azami dikkat gösterdiklerini görüyor, kendi adımıza inanın üzüntü duyuyoruz.

İnsan hayatını getirip sadece trafik kurallarına sıkıştırmak elbette ki doğru değil. Ancak trafikten başlayıp bir dizi insan ilişkileri ile ilgili örnekleri okuduğumuzda daha iyi bir hayat yaşama imkanı varken ve bu rahat hayatı yaşamak için çok küçük dokunuşlar bile yeterli iken kendimizi neden bu kadar zora soktuğumuzu anlamakta gerçekten zorluk çekiyoruz.

Yurt dışına çıktığında o ülkelerin koyduğu kural ve kaidelere harfiyen uyan bir vatandaşımızın, Türkiye’ye döndüğünde var olan kuralları nasıl hiçe saydığını gördüğümüzde içimizi gerçekten hüzün kaplıyor.

'Doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovarlar, her doğru her yerde ve her zaman söylenmez, kurallar ihlal edilmek için vardır, benim anam ağlayıncaya kadar senin anan ağlasın, bana dokunmayan yılan bin yaşasın' ile başlayan ve daha binlerce ne işe yaradığı asla belli olmayan deyimler, nerede ise alın yazımız olmuş durumda.

Kendimizin bir kuruşluk menfaatimiz için karşımızdakine milyarlık zarar vermekten asla çekinmiyoruz. Ağaçtan bir adet meyve alabilmek adına çoğunlukla ağacın dalını, belli zamanlarda da ağacın tamamını kırmaktan asla çekinmiyoruz ve bu durumu da çok büyük bir kahramanlık destanı gibi çevremize anlatmaktan bir an olsun geri durmuyoruz.

İşşizimiz çok. Avrupa’nın en genç ülkesiyiz diye övünüyoruz. Çocuklarımız üniversiteyi başlarken ileride iş hayatına atıldığımda topluma nasıl faydalı olabilirim, ülkemin ileri gidebilmesi adına hangi teknolojik buluşlara imza atabilirim ? sorusuna kafa yormak yerine 'Bir an önce nasıl köşeyi dönerim ?' sorusuna cevap aradıklarından, ileri gitmiş ülkeler ile aramızdaki mesafeyi bir türlü kapatamıyoruz.

Eğitimde kaliteyi ve devamlılığı yakalayamayıp her yıl yeni bir sisteme geçmek zorunda kalınca ortaya okumayan, okusa da okuduğunu anlamakta zorluk çeken bir nesil çıkıyor. Liselerimiz, üniversitelerimiz hiç bir başarıya imza atamayacak mezunlar veriyor.

Anlatmaya çalıştığımız bütün bu aksaklıkların temelinde herkesin kabul edeceği gibi eğitim daha doğrusu eğitimsizlik yatıyor. Avrupa dahil dünyanın pek çok ülkesinde henüz ana okulunda başlayan ve bir ömür devam eden eğitim sistemi biz de maalesef yerli yerine oturmadığından arzu ettiğimiz noktaya bir türlü gelemiyoruz.

Karamsarlık elbette ki bize göre değil ancak orta yerde karşı karşıya kaldığımız olumsuzlukları da görüp Avrupa ülkeleri ile aramızdaki makasın her geçen gün açıldığının farkına varınca, "biz ne zaman insanı öne çıkaran, insana değer veren, insanı insan gibi gören anlayışa sahip olacağız ?" sorusunu daha çok tekrarlamak zorunda kalıyoruz.

Asıl yorgunluğumuz ve bıkkınlığımız da bundandır.