Haydi, ben BEN ’siz olarak geliyorum, sende SEN ’siz olarak gel.

İnsanoğlunun en büyük zaaflarından birisi benlik virüsüdür. Bu virüs kontrol altında tutulmadığı zaman, insanın gözünü, gönlünü ve zihnini bürüyerek esir alır. Nefsine hoş gelen, para, mal, makam, şöhret gibi her türlü dünyalık oyuncaklar onun duygu ve düşüncelerini şekillendirir. Bu oyuncaklar onun bütün gündemini işgal eder, basiretini bağlar, adeta boynunda tasmaya, bileğinde kelepçeye, ayağında prangaya dönüşür.

Onunla bu şartlarda bir iletişim kurmak neredeyse imkânsızdır. O, sizi konuşmaya değer görürse sadece o konuşur siz dinlersiniz. Konuşmasının her anında bünyesini saran benlik virüsünü üzerinize boca etmeden huzur bulamaz. Size de sen’lik virüsü bulaşmışsa zaten kişiler birbirlerine karşı sağırlaşır. Kimin ne söylediğinin, neden böyle bir söz söylediğinin kıymet-i harbiye si olmaz.

O yüzden insanlar arası iletişimde, ilişkilerde en temel kaide herkesin birbirine söyleyebileceği bir şeylerin olduğunu baştan kabul etmekten geçer. Birbirinizi anlamak için, birbirinizi dinlemeniz lazım. Bir an için bile olsa kendizin yapıp, sonra taptığınız oyuncaklarınızla oynamayı bırakıp, en yalın haliyle insan olduğunuzu hatırlamanız gerekir.

Hazreti Mevlana çağımızda toplumu saran bu virüse karşı asırlar önce aşıyı bulmuş. Diyor ki “Haydi, ben BEN ‘siz olarak geliyorum, sende SEN ‘siz olarak gel.” Birbirimizle diyalog kurmanın yolu, birbirimizin gözünden dünyayı görmeye çalışmakla olur. Belki de bendeki benle sendeki seni yer değiştirmek lazım. Ben senin gözünden bakabilmeliyim, sen benim gözümden olayları değerlendirebilmelisin. Yani kısacası empati, diyaloğun en temel harcıdır.

Ülkemizde empati yoksunluğu yüzünden insanlar birbirlerine karşı körleşti, sağırlaştı. Herkes kendi bulunduğu konumdan, kendi gettosundan öteki diye bildiği veya ötekileştirdiği kişilere sövüp sayıyor. Bu da insanların birbirini anlama çabasını, sohbet geliştirme gayretini önlüyor.

Bu şekilde davrananlar toplumsal barışın altına adeta dinamit koyuyorlar farkında değiller.

Kin ve nefreti canlı tutmak için yoğun çaba sarf edenler var. Bu kin ve nefreti canlı tutarak oyuncaklarına oyuncak katanları hadi biraz olsun anlıyorum ama velakin her halükarda kendi can suyundan onların değirmenine su taşıyanları anlamıyorum.

Dünyamız empati ve merhamet eksikliğinden can çekişiyor. Sadece kendi nefsi, kendi egosu ve kendi refahı için yaşayan insanların insanlığından bir şeyler eksiktir.  Bu eksiklik dünyamızı yaşanamaz hale getiriyor. Bu yüzdendir ki her sabah bir acıyla uyanıyoruz. Her gün masum insanlar, bir yerlerde bombalanıyorlar, öldürülüyorlar. Aylan bebekler denizden toplanıyor. Milyonlarca mülteci yollarda can veriyor.

Bu empati yoksunluğu yüzünden çöpe tonlarca ekmek atanlar var, bunun yanında  çöpten ekmek toplayanlar var. Gardırobunda elbise koyacak yeri kalmayanlar var, yalın ayak sokaklarda çöp toplayanlar var. Onlarca evi, yalısı, yatı, katı olanlar var; bunun yanında başını sokacak bir damı olmayanlar var. Bırakın onu selam verdiğinde selam almayanlar var. Yazdığınız mesaja iki cümle cevap yazamayanlar var. Siz ona değer verip yazıyorsunuz ama kendi değerini ucuzlatanlar var.

Kendi gettomuzdan, kendi oyuncaklarımızın arasından başımızı dışarı çıkarıp öteki sesleri dinleyebilmek, ötekinin sesine ses verebilmek insan tekâmülü için olmazsa olmazdır. Medeniyetimizde” insan insanın kurdu değil, insan insanın yurdudur.”

Sizi, eşref-i mahlûkat olan insan bilip arayanlara, insan olduğunuzu gösterin. Zira insan olmak, insan kalabilmek en yüce makamdır. En sonunda hepimiz, bazılarımızın en güzel hat yazılarıyla yazılmış duvarlarını süsleyen “hiç”lik makamına erişeceğiz. O halde yarını beklemeye ne hacet. Bugünden ağırlıklarımızdan kurtulmak lazım.

Şükür ki birbirimizden farklıyız, şükür ki birbirimizden öğrenebileceğimiz çok şeyler var. Şükür ki bu cennet vatanın üzerinde birlikte yaşıyoruz. Şükür ki birbirimize komşuyuz. O halde çay koy komşu bensiz olarak geliyorum.