Hayatın olağan akışına zıtım

Bazen düşünüyorum; dünya hep aynı düzende akıp gidiyor. Güneş doğuyor, insanlar işe gidiyor, çocuklar büyüyor, kuşlar uçuyor. Herkes bu akışın bir parçası; kimisi koşarak, kimisi ağır adımlarla sürükleniyor bu nehrin içinde. Ama ben… Ben o nehre kapılmayan bir taş gibiyim. Belki de suyun akışına direniyorum; belki de sadece kendi yolumu arıyorum.

Hayatın olağan akışına zıtım; çünkü kolay kabullenemiyorum. Herkesin normal dediği şey bana dar geliyor. Kalıplara sığmıyorum, sıradanlığa boyun eğmiyorum. İnsanların “öyle olması gerekir” dediği yerde, ben hep bir “neden?” arıyorum. Onların mutlu olduğu yerde ben hüzün buluyorum; onların sustuğu yerde ben konuşuyorum.

Belki bu yüzden hep biraz geç kaldım hayata. Onların yürüdüğü yolda ben tersine yürüdüm. Onların unuttuğunu ben hatırladım; onların gülüp geçtiğini ben içime dert ettim. Kalabalıkların arasına karışsam bile, hep yalnız kaldım.

Ama biliyor musun, bundan şikâyetçi değilim. Çünkü akışa kapılıp sürüklenenler çoğu zaman kendilerini kaybediyor. Oysa ben, tersine yüzmekten nefesim kesilse de en azından kendim kalıyorum. Bu da bana yeter.

Benim yolum dikenli olabilir; yokuşlarla dolu olabilir. Ama biliyorum ki bu yol bana ait. Belki sonunda ödül yok, belki alkış yok… Ama kendime ihanet etmemiş olmanın huzuru var.

Çünkü olağan akış çoğu zaman sessiz bir teslimiyetin adıdır. İnsanlar doğar, büyür, çalışır, yaşlanır ve ölür. Sanki yazılmış bir senaryonun figüranları gibidir herkes. Ben o senaryoya sadık kalamıyorum. Kalemimi alıp satırların arasına kendi cümlelerimi sıkıştırıyorum. Bu yüzden anlaşılmıyorum, anlaşılamıyorum belki… Ama anlaşılmamak da bazen en büyük özgürlüktür.

Hayatın olağan akışına zıt olmak, kalabalıklardan uzaklaşmak demektir; çoğu zaman yalnız kalmak… Ama yalnızlık, sandıkları kadar korkutucu değildir. İnsan kendiyle dost olmayı öğrendiğinde, kalabalıklardan daha gürültülü bir iç dünyaya kavuşur. İşte o an anlar ki; başkalarının gittiği yol değil, kendi yürüdüğü yol hakikattir.

Benim zıtlığım bir isyan değil; aslında bir arayış. İnsan olmak, varlığın özünü sorgulamak değil midir? Eğer herkesin kabul ettiğini ben de sorgusuz kabul etseydim, bu hayat bana ait olmazdı. Oysa şimdi, her yara izim bana kim olduğumu hatırlatıyor.

Ve biliyorum; bu dünyadan göçüp gittiğimde geriye sıradan bir iz bırakmayacağım. Belki anlaşılmamış bir yürek olarak anılacağım; belki de farklılığım dertlere ilham olacak. Ama ne olursa olsun, kendi yolumda yürümüş olmanın huzuruyla gözlerimi kapatacağım.

Çünkü ben, hayatın olağan akışına zıtım… Ve bu zıtlık aslında en büyük doğruluğum.