Geçtiğimiz hafta bir yakınımız “Biraz rahatsızlandım,eğer vaktin varsa beni bir hastaneye götür” diye ricada bulununca kendisini aldığımız gibi hastanenin yolunu tuttuk.
Bu aralar bizimde anlayamadığımız sebeplerden dolayı özel yada resmi sağlık kuruluşları günün her saati hınca hınç dolu, sabah,öğlen,akşam demeden hastanelerin yolunu tutan hastalar yüzünden sıra bulup muayene olabilmek adeta imkansız.
Rahatsızlığından dolayı hastaneye götürdüğümüz yakınımız muayene olurken bizde hazır hastaneye kadar gelmişken tansiyonumuzu ölçtürüp sağlığımızın ne durumda olduğunu kontrol edelim dedik,demez olsaydık.
Göz doktoru arkadaşımız “Gel bakalım senin gözlerinden şikayetin yoktur ama yinede bir bakayım” diye bizi cihazın önüne oturtup karşıdaki harf ve sayılar ile ilgili “bu ne-bu kaç” diye sorunca anladık ki kelimenin tam anlamı ile “kör” olmuşuz.
Göz doktoru arkadaşımıza “Yahu Doktor sen beni yanlış muayene ettin benim gözlerimde bir şey yok” dediysek te doktor yazdığı reçeteyi bir görevliye verip “Sayın Meşhur yazarımız Muhterem Yüksel Ercan sade kahvesini içerken sen şu iki tane gözlüğü en çabuk şekilde yaptır getir” dediğinde işin şakasının olmadığını da anladık.
Yarım saat içinde görevli arkadaş iki gözlüğü getirip doktora verdikten ve doktor arkadaşımızda gözlüğün birisini tören ve sağlık temennileri ile gözlerimizin önüne getirince “Yahu biz bu zamana kadar nasıl bir dünyaya bakmışız” demekten kendimizi alamadık.
İlk andaki şaşkınlığımızın arkasından Hipokrat yemini etmiş bir doktora yenilmiş bir kale kumandanı edası ile “Kabahat senin yanına gelende az daha dursak bize vücudumuzda sağlam yer kalmadığını söyleyeceksin,en iyisi ben buradan gideyim,bir daha da beni buralarda zor görürsün” dediğimizde Doktor savaş kazanmış bir komutan edası ile “Bence kendine fazla güvenme eve gidince önce cebinden nüfus cüzdanını çıkar bak arkasından da gözlüklü bir şekilde aynaya bak sonrada fırsat bulduğun ilk anda tekrar gel de seni bir rektifiyeden geçirelim” deyince kendimizi hastanenin dışına zor attık.
O hızla eve geldik gelmesine ama aklımızda doktorun “Nüfus cüzdanına bak” talimatı var,baksak mı bakmasak mı diye düşünürken bir baktık ki Nüfus cüzdanı elimizde Yüksel Ercan Doğum tarihi :10.08.1960.
Nüfus cüzdanını o hızla elimizden atıp gözlerimizde yeni yol arkadaşımız gözlükler ile aynanın karşısına geçtik ne geçiş,daha aynaya baktığımız ilk anda hiç duraksamadan Cahit Sıtkı Tarancı’nın bizi ve bizim yaşımızdakileri cezbeden “35 Yaş şiirindeki” Şakaklarıma kar mı yağdı, ne var,Benim mi Allah'ım bu çizgili yüz,Ya gözler altındaki mor halkalar,Neden öyle düşman görünürsünüz,Yıllar yılı dost bildiğim aynalar,Zamanla nasıl değişiyor insan!,Hangi resmime baksam ben değilim,Nerde o günler, o şevk, o heyecan,Bu güler yüzlü adam ben değilim;Yalandır kaygısız olduğum yalan.”dizelerini hatırladık ve öylece kalakaldık.
Halbuki bundan yıllar önce bizim son derece sağlam gözlerimiz vardı,hele saçlarımız,şimdi yerinde yeller esen saçlarımızın o gür zamanlarını hatırladığımızda dilimizden “heyhat” ifadesi döküldü,ya dişlerimiz..diye düşününce “en iyisi aynanın karşısından çekilmek” kararını aldık.
Bu yazdığımız satırlar bizimle ilgili ancak tahmin ediyoruz ki bizim gibi yarım asrı deviren hemen herkeste bu tür sıkıntılar her geçen gün daha fazla bir hoşnutsuzluk yaratıyor, her gün vücudunun bir parçasının arızalandığını gören kim varsa "Hangi resmime baksam ben değilim” cümlesini sarf ediyor.
İnsan hayatının ne kadar kısa olduğu ve o kısa olan hayatında “su misali” hızlı bir şekilde tükendiği düşünüldüğünde yaşadığımız her şeyin anlamsızlığı bir kez daha ortaya çıkıyor, Birbirini su gibi izleyen yılların ardından “Hangi resmime baksam ben değilim” ifadesini mecburen kullanan insan kendisinden önce var olan ancak süreç içerisinde dünyadan bir bir ayrılan tanıdıklarının değerini daha iyi anlayabiliyor.
İçerisinde bizimde bulunduğumuz bu yaş “Gökyüzünün başka rengi de varmış,Geç fark ettim taşın sert olduğunu.Su insanı boğar, ateş yakarmış,Her doğan günün bir dert olduğunu,İnsan bu yaşa gelince anlarmış.”çağları imiş,.
Geçip giden zaman içerisinde eğer toplum için,millet için bir takım hayırlı faaliyetler yapılmışsa insan biraz daha rahatlıyor,aksi takdirde “Eyvah ki Eyvah” demekten başka yapacak başka hiç bir şey yok.