Hain Haindir İsyan da İsyan. Herkes Yaptığının cezasını çekecek er ya da geç! (1.Bölüm)

Osmanlı döneminden itibaren Anadolu'daki Kürtler, merkezi yönetime karşı çeşitli sebeplerle birçok isyanda bulunmuşlardır.

1830'da Mir Muhammed isyanı, 1918-1921'de koçgiri isyanı, 1920'de Milli Aşireti Ayaklanması, 1925'te şeyh sait isyanı gibi birçok isyan gerçekleşmiştir. Şeyh said İsyanı sonrası çıkarılan Şark Islahat Planı çerçevesinde Kürt illerinde olağanüstü hâl ilan edilmiş, halka açık yerlerde Türkçe dışında bir dil konuşulması yasaklanmış, Türkçe olmayan köy ilçe ve il isimleri türkçeleştirilmiştir.

1926-1930 yıllarında Ağrı ayaklanmaları ve 1937-38'de Dersim isyanı gerçekleşmiştir. Özellikle Dersim İsyanı sertlikle bastırılmış, 13 bin 160 kişi ölmüş, 11 bin 818 kişi sürgün edilmiştir. Osmanlı ve Cumhuriyet dönemindeki bu isyan ve ayaklanmalar çoğunlukla aşiret bazlı olup ayrılıkçı veya bağımsızlıkçı bir kimlik içermemekteydi.

1970 li yıllara gelindiğinde doğuda özellikle anarşi ve siyasi belirsizlikler sonrasında ciddi güvenlik sıkıntıları başladı.

Birçok ilde neredeyse ordu dışında devlet gücü kalmamıştı. 1978 yılının 15-26 Haziran tarihlerinde Doğu'da denetlemeye çıkan bir mühendis albay, Tunceli'de denetim yaparken oradaki Harita Birliği personeli ve Ziraat Okulu öğretmenlerinden edindiği bilgilerden çok etkilendiğini ve bunları bildirmenin bir vatan borcu olduğunu ifade ederek gördüklerini ve duyduklarını bir rapor hâlinde Genelkurmay Başkanlığına sundu:

“Türkçe bilindiği hâlde askerlere ve emniyet mensuplarına Türkçe cevap verilmiyor. Subay, astsubay ve emniyet mensuplarına "faşist köpekler" diyorlar. Tunceli Valisi'nin arkasından "Eco'nun (Ecevit) faşist köpeği" diye bağırılmış. On beş kadar okulda bayrak merasimi yapılmamakta, İstiklal Marşı söylenmemekte. Emniyet müdürü dövülmüş. Resmî kişilere bakkallar, "Size satılacak bir şeyimiz yok." diyerek mal satmaktan imtina etmekte, bu yüzden harita personeli jandarma tavassutu ile alışveriş yapabilmekte. 

İstiklal mücadelesinde kullanılacak haritalar yapılıyor diye araziye dikilen harita işaretleri tahrip edilmekte. 19 Mayıs gösterilerine 15 okuldan ancak 17 öğrenci çıkarılabilmiş, o da Ziraat Okulundan öğrenciler. Tunceli'deki gizli bir komitenin emri ile sosyal ve ekonomik faaliyetler derhal durdurulabilmekte.

Duvarlara sarı yıldızlı kürt milli bayrağı diye paçavralar yapıştırılmakta. Kürt Milli Marşı diye bir marş toplu olarak okunabilmekte. Toplu olarak komünist enternasyonal marşı okunmakta. Kürt istiklal mücadelesinin patlaması ile birlikte bütün Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun tümden mücadeleye katılacağı anlatılmakta.”

İşte bu karmaşanın içerisinde 1978 de Diyarbakır Lice ilçesinde PKK birinci kongresi toplandı ve Abdullah Öcalan örgütün başına geçti. Mayıs 1979'de birçok örgüt mensubunun devlet güçleri tarafından yakalanması üzerine Apo, Haziran 1979 tarihinde Türkiye'den Suriye'ye geçti.

Ardından Türkiye'de bulunan üst düzey örgüt mensuplarına “etkili bir eylemle PKK'nın kamuoyuna ilan edilmesi” talimatını verdi.

Bunun üzerine bir grup PKK mensubu, 30 Temmuz 1979 tarihinde Hilvan-Kurt başı Köyünde bombalı ve silahlı saldırı gerçekleştirdi ve PKK'nın kuruluş bildirisinin sonuç bölümü olay yerine bıraktı. Bu sanırım ilk eylemdir.  Bu eylemle beraber PKK eylemlerinde alçaklıktan hiç vazgeçmedi.

Devlet meseleyi anlamaya çalışıyordu. Jandarma Genel Komutanlığı Denetleme Başkanı'nın başkanlığında oluşturulan ve görevlendirilen teftiş kurulunun 22 gün süren Doğu teftişi sonucunda hazırlanan rapor, 6 Nisan 1979 günü Başbakan Bülent Ecevit başkanlığında yapılan Sıkıyönetim Koordinasyon Toplantısı'nda okundu.

Rapordan bazı ifadeler şöyleydi:

“Bugün Suruç'tan Uludere'ye, daha ötelere kadar, Güney hudut bölgelerimiz adım adım yoğun bir bölücülük humması içindedir. Oralarda artık Devriye Talimatı'ndaki klasik 2 kişilik devriyelerle göreve çıkmak hayal olmuştur. Bir köye 20 kişiden az müfreze ile girmek, arama yapmak, oradan bir kanun kaçağını çıkarmak artık cesaret isteyen bir iş hâline gelmiştir. Dağlar, taşlar anlamları korkunç Kürtçe sloganlarla doludur.

Şehirler, köy ve kasabalar için için kaynamaktadır. Arkadaşlarımız kendilerini bir müstemlekeci asker gibi hissettiklerini, bölge halkının, kendilerine bir işgal ordusunun subayı nazarı ile baktığını söylemektedirler. Hudut bölgelerimiz, sessiz ve derinden bir kaosa sürüklenmektedir.

Ne yazık, o yörelerde Silahlı Kuvvetler dışında ayakta duran sağlıklı bir devlet organı kalmamıştır. Devlet müesseseleri, yaygın bir güvensizlik ve ürkeklik havası içinde otorite ve saygınlığını yitirmeye başlamıştır.

Biz Mardin'de iken Derik'te bir polis güpegündüz sokak ortasında kurşuna dizilerek öldürülmüştür. Davaya bakacak olan Derik Hâkimi istirahat almış, bir diğeri kendi kendini reddetmiş, Mazıdağı Hâkimi yetkisizlik kararı vermiş.

Yüksek Hâkimler Kurulunca görevli kılınan Mardin Hâkimi ise sanık bir öğretmenle üç eğitim enstitüsü öğrencisini tutuklayacak yürekliliği gösterememiştir. İşin dramatik yanı, savcı, bu sanıkların sorguları yapılırken pencerelere kum torbaları yığılmak suretiyle can güvenliklerinin sağlanması talebinde bulunmuştur.

Biz Mardin'de iken Öğretmen Okulu öğrencileri, derslerin Kürtçe verilmesini sağlamak için dersleri boykot etmişlerdir. Suruç Ortaokulunda bir öğrenci, defterinin yapraklarını niçin "kan, kan, kan" kelimeleri ile doldurmuştur?

Körpe çocuklara sınıf geçme notunu ihtilal yapma metodu öğretisine göre veren öğretmenleri denetleyen bir merci kalmadı mı?

Mardin'de polis karakolu otomatik silahlarla taranmış, Cizre'de Kaymakamın evi ve polis karakolu taşlanmıştır. Tekmil devlet memurları açık açık tehdit edilerek günbegün artan baskı ve terör havası içinde pasifize edilmiş ve susturulmuştur.”

Bu raporların benzerleri doğudan peş peşe gelirken, hükümet ve siyasiler çözüm bulmaktan uzaktı. Birçok ilde sıkıyönetim ilan edildiği halde anarşi olanca hızı ile devam ediyordu.

1980 ihtilalini yapan generaller yıllar sonra ihtilale zemin hazırlamak için anarşi ve terörü bilinçli olarak engellemediklerini itiraf edeceklerdi. Bu arada 1980 Eylül'ünde Generaller yönetime el koydular.

12 Eylül Darbesi öncesinde sayıca az PKK militanı Suriye'ye eğitim almak için geçerken, darbenin ardından büyük sayılarda geçiş başladı. 1980-1982 arasında 300 kadar PKK'lı Suriye kontrolü altında olan Lübnan'ın Bekaa Vadisi 'ne yerleşmiş ve burada Filistinlilerden eğitim, Suriye'den çoğunlukla örtülü şekilde destek aldı.

15-26 Temmuz 1981'de PKK ilk konferansını Helvi kampında yaptı. 15 Ağustos 1984 akşam 21.30'da Eruh ve Şemdinli'de PKK ilk büyük ölçekli silahlı eylemini gerçekleştirdi. Bu galiba milat oldu. Artık mücadele başlamıştı.

Bu alçak eylemin ardından PKK terörü tırmanmaya başladı. 1991-1993 tarihleri arasında terör eylemleri büyük oranda şehit ve yaralanmaya sebep oldu.

24 Mayıs 1993'te Bingöl-Elâzığ karayolunu kesen PKK militanları, eğitimlerini tamamlayarak görev yerlerine sevk edilen silahsız 33 eri otobüslerden indirerek kurşuna dizdi.

PKK'lılar, 13 er, bir polis ve 8 vatandaşı da kaçırdılar. Bu acı uzun yıllar boyunca süren bir mücadeleninde sembolü oldu.

Devlete karşı gelmek ve ihanet uzun yıllar boyunca devam eden bir mücadeleyi başlattı. Hain örgüt ve örgüt elebaşı binlerce masumun ölümüne neden oldu.