Geçmişin hatıralarında


Geçmişin hatıralarında dolaşırken, yüreğim bir hançer gibi sızlıyor.
Her köşede eski bir fotoğraf, solmuş bir mektup, unutulmaya yüz tutmuş bir ses yankılanıyor.
Kimi zaman çocukluğumun saf gülüşleri, kimi zaman gençliğimin hoyrat sevdaları… Hepsi birer iz bırakmış kalbimin duvarlarında.

Ne kadar kaçsam da, geçmişin ayak izleri önümde beliriyor.
O yolları bir daha yürüyemem biliyorum, ama hatıralar bırakmıyor yakamı.
Kimi zaman bir şarkının nağmesinde, kimi zaman bir sokak lambasının altında buluyorum kendimi.
Ve fark ediyorum ki; hayat dediğin şey, yarım kalmış umutların, söylenememiş sözlerin birikiminden ibaret.

Sevdiklerim, kırgınlıklarım, pişmanlıklarım… Hepsi yan yana oturmuş kalbimin odasında.
Bazısı bana gülümser gibi bakıyor, bazısı hâlâ küskün, bazısı da çoktan ebediyete karışmış.
Ama her biri aynı acıyı fısıldıyor: “Ne yaşarsan yaşa, unutma, hayat geriye doğru koşulmaz.”

Ve bazen düşünüyorum…
Keşke zaman geriye aksaydı da, hatalarıma dokunup silebilseydim.
Keşke kırdığım kalplere yeniden dokunup “affet” diyebilseydim.
Ama hayat öyle acımasız ki; insana yalnızca pişmanlıkları armağan ediyor.

Şimdi bir pencere kenarında, bir yudum çay eşliğinde geçmişi seyrediyorum.
Dışarıda yağmur yağıyor, her damla sanki kalbimin çatlaklarına düşüyor.
O an anlıyorum ki; insan aslında en çok, unuttuğunu sandığı şeyleri unutamıyor.
Geçmiş, kabuk bağlamış yaralar gibi… Dokundukça sızlıyor, hatırladıkça kanıyor.

Yine de insanın kaderi bu değil mi?
Dünü aramak, bugünü heba etmek, yarını ise belirsiz bir hayale emanet etmek…
Ben de öyle yapıyorum işte.
Geçmişin hatıralarında kayboluyor, gözlerimden süzülen yaşlarla geleceğe doğru yol alıyorum.

Ve bil ki; arabesk, sadece bir müzik değil…
Arabesk, geçmişin hatıralarında gizlenen bütün kırık kalplerin ortak çığlığıdır.