İçerisinde bulunduğumuz günlerde bizim millete bir haller oldu. Her gün biraz daha zorlaşan hayat koşulları dolayısı ile televizyon seyretmekten başka bir lüksü kalmayan vatandaş, gece geç saatlere kadar devam eden açık oturumlar vesilesi ile kendisini adeta ordinaryüs seviyesinde görür duruma geldi.
Bu kitle yüzünden artık caddede sokakta bile yürümenin mümkünü yok. İki adım atıyorsunuz daha üçüncü adımda yolunuzu kesen yorumcu arkadaşlarımız ekonomiden, siyasete, Mars gezegeninde hayat olup olmadığından, Akdeniz'deki petrol arama faaliyetlerine kadar dünya gündemini meşgul eden konularda sallayıp duruyorlar.
Belki 20-25 yıl yönce televizyon kanallarının bu kadar fazla olmadığı, iletişim araçları dolayısı ile olup bitenlerin saniyeler içerisinde bütün dünyayı dolaştığı, sosyal medyanın böylesine etkili olmadığı, akıllı telefonların insanoğlunu 24 saat esir almadığı günler vardı.
O günlerde, yani başımızda kavak yellerinin estiği, dünyayı tek başımıza düzelteceğimize inandığımız anlarda, fikir ve ruh dünyamızın oluştuğu zamanlarda edebiyat ile, şiir ile daha fazla haşır neşir olduğumuz dönemlerde, yazdıkları ile anlattıkları ile gönlümüze hitap eden, yüreğimizin bam telini titreten fikir adamlarını dinlemek, onlarla en azından bir merhaba demek adına sarf ettiğimiz çabanın tavan yaptığı günlerdi.
Sayıları çok az olan, daha çok belediyelerin bünyesindeki kültür merkezi salonlarında dünya görüşümüze yakın fikir adamlarını, gönül dostlarını dinlemek daha da önemlisi dinletmek adına bıkıp usanmadan uğraşır, sohbet akşamları konuşmacıyı kendisini dinleyecekler ile buluşturmak adına nasıl büyük gayretler gösterdiğimizi hatırlıyoruz.
Bin bir zorluk ve imkansızlıklar ile bulunduğumuz yerleşim merkezine ulaştırmayı başardığımız konuşmacının salona girmesi, konuşmaya başlamadan önce yapılan kısa sohbetler, konuşma bittikten sonra veda, salondan çıkışta dar bir organizasyon gurubu ile yenilen yemekten sonra ertesi buluşmaya kadar hayata geçirilen yeni koşuşturmacalar.
Aradan geçen yıllarda bu kez bölgemizin pek çok yerinden konuşmacı olarak davet edilen biz olmaya başladık. Anadolu’nun pek çok bölgesinden bizi arayan dostlarımız "Lütfen gelin fikirlerimizi bulunduğumuz bölgedeki insanlarımıza anlatın, bu toplantılar vesilesi ile bir kişi bile ikna edebilirsek Türk milleti için faydadır" dedikçe bizden öncekiler gibi bizim de yola düşme ve vatandaşla bir araya gelme süreci başlamış oldu.
Konuşmalarımızı yapmak için Anadolu’nun pek çok yerleşim merkezlerinde bizleri bekleyen yüzlerce dinleyicinin karşısına her çıktımızda son derece yüksek bir sorumluluk duygusu ile anlattıkça anlattık. Vatandaşlardan aldığımız elektrik sayesinde biz de mutlu olduk, sohbetlerden keyif aldık.
Sonraları yavaş yavaş farkına vardık ki konuşmacı olarak katıldığımız salonlarda yıllar yılı var olan ve bizi ilgi ile takip eden dinleyici sayısında olağanüstü bir azalma ve dikkatsizlik var.
Davetli olarak Anadolu’nun bir merkezine gidip salonda en fazla 50 kişinin bulunduğunu görünce o moral bozukluğu ile yanımızdaki diğer konuşmacıya "İsterseniz salondaki bu arkadaşlarımıza bir selam verip ayrılalım. Bakın zaten en fazla 50 kişi var onlar da bizi dinlemeye pek istekli değil" dediğimizde yanımızdaki diğer konuşmacı, "Yüksel bey biz devam edelim artık İstanbul’da bile bu tür toplantılarda 50 kişi bulmak mümkün değil bu sayı iyidir" dediğinde edebiyat, tarih ve şiir ile ilgili toplantıların da sonuna geldiğimizi anlamış olduk.
O andan sonra biz konuşmacı olarak katıldığımız bu tür toplantılardan bir süre uzak kaldık. Zira televizyonlardan sonra herkesi akıllı telefonlar vesilesi ile 24 saat meşgul eden sosyal medyanın hayatımıza girmesi ile hiç kimsenin diğerini bırakın saatlerce, 2 dakika bile dinlemeye tahammülünün olmadığı günlere geldik.
Geçtiğimiz yıl 'Kariyer günleri' çerçevesinde davet aldığımız bir okula diğer konuşmacı arkadaşlarımız ile katıldığımızda biz bildiklerimizi anlatmaya başladığımızda dinleyicilerin, konuşmacılar ile aralarına bir duvar koyduklarını, kürsüde var olan konuşmacıyı dinlemek yerine ellerinden bir türlü bırakmadıkları akıllı telefonları ile meşgul olduklarını görünce, bu tür toplantılara gitmenin de artık bir anlamı olmadığına inandık.
Bugünlerde herkes her şeyi karşısındakinden çok daha iyi biliyor, hiç kimse karşısındakini dinlemiyor.
Televizyon kanallarında akşamları duyduklarını birleştirip karşısına çıkana satmaya çalıştığı bir noktada kimin ne konuştuğu belli olmayan bir süreç yaşıyoruz.
Hal böyle olunca bilginin para etmediği, tecrübenin hikaye sayıldığı bir noktadan, bu tür fikir adamlarının çoğunun artık salonlarda değil de cezaevlerinde olduğu bir Türkiye profili ile karşı karşıya kaldık.
Bu hiç kimseye faydası olmayan süreç ne zaman bitecek?
"Türkiye’de fikir adamlarına yeniden değer verildiği günler geri gelecek mi ?" şeklindeki soruların cevabını inanın biz de bilmiyoruz.
Zira öyle bir umudumuz kalmadı.
"Geçmişini bilmeyen, tarihinden, geleneklerinden uzaklaştırılmış bir nesil ile nereye gideceğiz ?" sorusunu yöneltmek için de artık çok geç kalındığını üzülerek de olsa söylemek gibi bir mecburiyet içerisinde olduğumuzu artık itiraf etmek gerekiyor.