Düşünmesi kolay, yazması zor.

Pandemi zamanında insanların maske takarak sokaklarda arzu endam ederek boy göstermesi, doğrusu bu devrin başkalaşım geçirmiş insanlarına çok yakışıyordu.

En azından maskeyle yüzlerini kapatarak, gerçek yüzlerini gizleyebiliyorlardı. Bizde onları insanlardan ayırmıyorduk.

Biliyorsunuz “yüz kalbin aynasıdır “derler.

Bakış, endam, gülüş, konuşurken yüzün aldığı şekiller, yüzde belirginleşen gölgeler hepsi kendi dilince bir şeyler söyler.

Çocuk annesini ve babasını yüzünden tanır. Yüzü, yüzlerinde kendini bulur. Ya gülüşüyle kucaklaşır ya da yüzünde korku iklimi oluşur.

İnsanın yüzü hem ruhunun hem bedeninin derinliklerinden sirayet eden hallerinin birlikte remz olduğu aynadır.

Bu aynaya bakarak, kişi hakkında bir fikir edinebilir, kişiyi kendi dünyamızda, kendi ölçülerimize göre yargılayabiliriz. Ama düşündüklerimizi yazmak o kadar kolay değil.

Yazmak için, yazdığından dolayı başına geleceklere katlanabilecek sağlam bir başın olması lazım, tencerede kaynayan şükürden aşın olması lazım, yarına yaren olan sabırdan taşın olması lazım.

Adam olman lazım, insan olman lazım. İnsanların yüzüne bakacak yüzün, kaleme hükmedecek gücün olması lazım. Bu yüzden;

Ben; her devirin soylu insanlarını, düşündüklerini yazdıklarından dolayı başına gelmeyen kalmayanlar, kalem ile kelamı kucaklaştıranlar arasında arıyorum.

Ben; her devrin soylu insanlarını, etrafındaki gösteriş budalalarına en az eyvallah edenlerin, iktidar albenisine ram olmayanların, doğruyu ve güzeli söylemekten başka meziyetleri olmayan insanlar arasında arıyorum.

Ben, her devrin soylu insanlarını, bu fani hayatı güç toplama yarışına çevirmeyenler, kılıktan kılığa, kimlikten kimliğe bürünmeyenler, ağır ve düşünce dünyası zengin insanlar arasında arıyorum.

Ben, her devrin soylu insanlarını bir derviş bir hırka misali dünyayı sırtında taşıyanlar değil, dünyanın sırtında yürüyenler, varlığı yoklukta arayan insanlar arasında arıyorum.

Yalnız Allah’ın huzurunda eğilenler, bir gülü koklamasını bilenler, basit yaşayanlar, bir türküyle binlerce sıkıntılarını üzerinden atanlar arasında arıyorum.

Son zamanlarda bir yuva kurmak, bir aile olabilmek için yola çıkan, adım atan iki kıymetli evladımızın en mutlu gününde, yani düğününde, yani nikahında, gösteriş kokan, riya kokan bir uygulama nerdeyse gelenek haline geldi.

Siyasi parti temsilcilerinin nerdeyse tamamının, parası bol, karnı geniş sonradan görmelerin arzu endam ettiği düğün törenlerinde nikah şahitliği enflasyonu ile toplum olarak yüzleşiyoruz.

Onlarca kelli felli adamların boy gösterdiği sahnede, gelin ile damadın sadece adı kaldı. Mikrofonu eline geçirenin sahnede ki şovu hiç tat vermiyor.

Siz, zaten kendinizi bize hiç unutturmuyorsunuz.

Siz zaten her yerdesiniz.

Biz bugün sizin parlak cemalinizi görmeye ya da nutuklarınızı dinlemeye gelmedik. Lütfen gölge etmeyin.

Sizi bilmem ama ben bu görgüsüzlüğü izledikçe birbirini riyasız seven, aile olmanın ağırlığını üzerinde taşıyan, birbirlerini ahretlik olarak gören insanların mutlu günlerinde, erdemli insanları mumla arıyorum.

Dedim ya düşünmesi kolay yazması zor.