Bizim memleket

Sabah erken saatlerden gece yarılarına kadar ara vermeden "Ne olacak bu memleketin hali?" sorularına cevap bulmaktan perişan durumdayız.

İşin garibi bu kadar tartışmanın, bu kadar kamplaşmanın hiç birimize de en ufak bir faydası yok.

Bu haller bizi derin üzüntüler içerisinde bırakıyor, günün sonunda birbirimizle boşu boşuna tartıştığımız ile kalıyoruz.

Ülkücü hareketin kendisini bulmasında, ruh dünyasını tanımasında çok önemli bir rolü olan Ozan Arif yıllar önce yazdığı 'Vesselam' isimli şiirinde muhtemelen bugünleri tarif ediyor olmalı ki, o gün yazdıkları ile bugünlerde yaşadıklarımız tıpa tıp birbirine benzeyen haller gösteriyor.

Ozan Arif, Vesselam isimli şiirinde;

 Ben böyle bilmezdim bu bizim yurdu

Bambaşka bir hali varmış vesselam!

Vay anam vay, nelerini doyurdu

Bol kaymağı balı varmış vesselam

 

 Başa geçen doğru dürüst olmadı

De ki bana şu geldi de çalmadı

Testisini doldurmayan kalmadı

Kurumayan gölü varmış vesselam

 

Kimi geldi sunta ile götürdü

Kimi geldi çanta ile götürdü

Her biri bir avantayla götürdü

Gani para, pulu varmış vesselam!

 

 

Mayıs'ına Eylül'üne Mart'ına

Güvendik de dindi mi ki fırtına

İçten dıştan hep bindiler sırtına

Bükülmeyen beli varmış vesselam!

 

 

Bırak dünü bugün bile seyret be

Yıkmak için ediyorlar gayret be

Daha hala gık demedi hayret be

Bıçak açmaz dili varmış vesselam!

 

 

Benim aklım benim fikrim yetmedi

Bu memleket nasıl hala batmadı

Gelen yedi, giden yedi bitmedi

Tükenmeyen malı varmış vesselam!

 

 Ozan Arif şunu söyle sen bir de

Hiç mi sahip çıkan yoktur bu yurda

Var var ama, o da işte içerde

Tek talihsiz kulu varmış vesselam.”

diyerek o günün şartlarını çok net bir şekilde ifade etmeye çalışmıştı.

Açıklamakta fayda var Ozan Arif 12 Eylül 1980 ihtilali sonrası yurt dışına çıkmış, uzun yıllar vatan hasreti çekerken "Cem Karaca döndü de ben yine dönemdim" diye feryat ettikten ve Türkiye’ye döndükten sonra, vatandaşının içerisinde bulunduğu psikolojiyi gördükten sonra bu şiiri yazmıştı.

Bu şiirin yazılmasının üzerinden çok zaman geçti. Geçen zaman dilimi içerisinde Sovyetler Birliği dağıldı.

Dağılan SSCB içerisinden Türk cumhuriyetleri çıktı. İki dünya bir araya gelse birleşemezler diye düşünülen Doğu Almanya ve Batı Almanya aralarında bulunan duvarın yıkılması ile bir araya geldiler.

Sonraları dünya coğrafyasında olmaz denilen pek çok hadise gerçekleşti.

Bu gerçekleşen olayların kimi lehimize, kimi aleyhimize oldu.

Dünyada meydana gelen bütün bu değişikliklerden bizimde etkilenmememiz zaten mümkün değildi. İdeolojilerin bıçak gibi keskin olduğu doksanlı yılları geride bıraktığımızda, başta kendimiz olmak üzere yakın çevremizde de herkesi hayretler içerisinde bırakan gelişmeler, hayatımıza bir daha çıkmamak üzere girmiş oldu.

Bugün artık kimin nerede olduğu belli olmayan bir noktadayız, İdeolojinin yerini dünya menfaatlerinin aldığı, en ufak bir menfaatin bile bütün değerleri yerle bir ettiği bir noktadayız,

Dostluk, arkadaşlık, vefa gibi hasletlerin artık para etmediği sanatçı Ferdi Özbeğen’in  'Şevkatse bardaki sarışın kadın' dediği bir noktaya kadar geldik dayandık.

Bugün en yakın dostlar bile birbirlerinden son derece uzak coğrafyalara savrulmuş bulunuyor.

Yıllar yılı ölüme birlikte giden dostlar, bugün dünyevi menfaatler dolayısı ile birbirlerine diş bileyen, karşı karşıya gelseler birbirlerinin kanını içecek noktaya kadar gelmiş bulunuyorlar.

İçerisinde bulunduğumuz hiç de hoş olmayan bu durumdan nasıl kurtulacağımız ile ilgili hiç kimsenin bir çözüm önerisi sunduğu yok.

Herkes haklı, herkse bilgili, herkes alim, herkes bilgin, karşısındaki hiçbir şey bilmiyor diye görülen bir iklimde yaşıyoruz.

Bu kadar olumsuzluk ister istemez insanımızın daha da yalnızlaşmasını, kendi kendine kalmasını mecbur ediyor.

Etrafında gördüğü yanlışlıklardan bıkıp usanan ancak bu yanlışlıkları da kendisine göre doğrulardan dolayı ifade edemeyen son derece geniş bir kitle, şu sıralar yalnızları oynamak zorunda kalıyor.

Bütün bu olumsuzluklar toplumun bir ferdi olarak bizi de sarıp sarmalıyor. Yıllar yılı dost bildiğimiz çevrelerden olabildiğince uzaklara kaçmak, yalnızlık denilen o dingin limana sığınmak adına hiç geriye dönmeden var kuvvetimizle, üstelik koşar adımlar ile uzaklaşmanın artık bir mecburiyet olduğu dönemleri yaşıyoruz.

Bu aralar bizim sığındığımız liman, şair Abdurrahim Karakoç’un

“Yalnızlık caddede sokakta evde

Ben beni özlerim gurbet bu derim

Mezarlıkta güler yaşlı bir dede

Yaşarır gözlerim gaflet bu derim”

dediği yer olsa gerek diye düşünüyoruz. İşin garip tarafı halkın yüzde doksanının değiştiği bir memlekette, sığınmaya çalıştığımız yalnızlık limanının sakinlerinin de sandığımızdan daha fazla olduğunu üzülerek de olsa müşahade ediyor, bir taraftan da dehşete kapılıyoruz.

Temennimiz özlediğimiz güzel günlere bir an önce kavuşabilmek.