Birinci Gün

Salgın dolayısı ile bilindiği gibi geçtiğimiz ramazan ayında da iftar ve sahura misafir çağıramamış, teravih namazlarına iştirak edememiş son derece hüzünlü bir şekilde oruç ibadetimizi yerine getirmeye çalışmıştık.

Geçtiğimiz ramazan ayında salgın döneminde hayatımız olabildiğince değişmiş olsa da o günlerde “-İnşallah bilim insanları 2021 yılındaki ramazana kadar bu derdin dermanını bulur bizde 2020 yılındaki ramazanı hafızalarımızda buruk bir anı olarak hatırlarız” diye düşünmüştük.

Ancak hepimizin bildiği gibi “gelen gideni aratır” misali içerisinde bulunduğumuz ramazan ayı ve öncesi geçen yıla göre daha kötü şartlarda hayatımızda yer etti bu gidişle de hayatımızdan çıkacağı yok.

Ramazan ayının ilk günü yine her zamanki saatte uyandık, elbiselerimizi giydik, önce gelen e-postalarımıza baktık, sonra “okuyucularımız yazılarımızdan mahrum kalmasınlar” diye köşe yazımızı gruplar halinde paylaştıktan sonra yine aynı saatte gazeteye gittik.

Salgın dolayısı ile zaten gelen giden yok, Salgın günlerinde mübarek ramazan ayı da başlayınca sabah çayı yada kahvesi yok, Gazeteyi ziyarete gelen dostlarımıza “-Çay-kahve-yemek” sorularını yöneltmek yok aklımızdaki tek soru “Salgın ne zaman bitecek.?”

Saat 15.00 gibi gazeteden ayrıldık eve geldik yaklaşık bir saatlik bir uyku sonrası telefonumuza bir biri ardına gelen ancak duymadığımız onlarca aramaya cevap verdikten sonra yeniden bilgisayarın başına geçip haber akışını düzenlemeye başladık.

Çarşıya çıkıp ramazanın ilk günü ihtiyaçlarını karşılamak adına kısa bir tur atmaya başladık, Çarşı tüm uyarılara rağmen tıklım tıklım, Ramazanın ilk günü olması münasebeti ile vatandaş akşam iftarda eriteceği yiyecekleri bütçesine göre almanın peşinde oradan oraya koşturup duruyor.

Bir gün öncesinden İçişleri bakanlığı tarafından yayınlanan “Pide kuyruğu olmayacak” şeklindeki genelgeye uyum nasıl. diye her gün ekmek aldığımız fırınına yöneliyoruz, Fırıncı”-Yüksel Bey tam bir sakinlik var, iftara bir saat kala üretim duracak bizde daha önceki ramazanlardaki ekmek satışına bakıp yine o kadar pide üreteceğiz, akşam senide bekleriz” diye bir selam çaktı.

Tekrar eve dönüyoruz bir taraftan da aklımız akşam saatlerinde toplanacak bakanlar kurulu sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yapacağı açıklamalarda, Çarşıda denk geldiğimiz birkaç arkadaşımıza “-akşam nasıl bir karar açıklanır.?” diye sorduğumuzda o kadar uçuk kaçık fikirler çıkıyor ki “Allah size akıl fikir versin” diyerek onları yalnız bırakıyoruz.

Hava yavaş yavaş kapanıyor, ”-Önce pide işine bakalım, sonra tatlı için bir sefer daha yaparız” dedikten sonra fırının yolunu tutuyoruz, Fırının önünde yaklaşık 60-70 metrelik pide kuyruğunu görüyor önce ürküyoruz ama sıranın seri bir şekilde yürüdüğünü görünce umudumuz çoğalıyor yaklaşık 15 dakika sonra ilk gün pidesini almış dolayısı ile zafer kazanmış bir komutan edası ile eve doğru yöneliyoruz.

Pideyi eve bırakıyoruz , Ev halkına “-nasıl tatlı istiyorsunuz.?” şeklinde bir soru sorsak “birisi cevizli baklava, birisi hayır fıstıklı baklava bir diğeri Güllaç olsun” şeklinde her kafadan bir ses çıkacağını bildiğimizden “-en iyisi alacağımız ilk gün tatlısını biz belirleyelim” diye tatlıcının yoluna düşüyoruz.

Tatlıcının önünde yaklaşık 20 kişi var, “-Fırında pide için fazla beklemedik, burada da beklemeyiz” diyerek cep telefonu ile oyalanıyoruz, sıra bize geldiğinde “bir kilo cevizli baklava lütfen” ricasında bulunuyoruz, kısa bir süre içerisinde görevli arkadaş tatlı paketini bize teslim ediyor, kasaya geliyoruz o ara telefon çalıyor bir taraftan telefona cevap veriyor bir taraftan da kasadaki elemanın uzattığı pos makinasındaki kredi kartının şifresini girebilmek için mücadele ediyoruz.

Telefon kulağımızda, kredi kartı diğer ceketimizin üst cebinde,Tatlı paketi elimizde tatlıcıdan birkaç adım dışarı atıyoruz, bir an elimizde ki kasa fişine baktığımızda gözlerimiz faltaşı gibi açılıyor zira aldığımız bir kilo cevizli baklavanın fiyatı 160 lira olmuş, bir an geri dönüyor kasadaki görevliye “-Yahu arkadaş bize altın yada pırlantamı sattınız hiç kilosu 160 liraya tatlı olurmu.?” dediğimizde görevli “-abi bu altından pırlantadan daha kıymetli size afiyet olsun isterseniz bir kilo da fıstıklı baklava verelim” dediğinde orada durmanın bize ekonomik olarak pahalıya patlayacağını anlıyor eve dönüyoruz.

Eve geldik tam tatlıcıyı şikayet edecekken yakınızdaki camiden Ezan sesi geldiğini duyunca bir bardak suyu kafamıza dikiyor “-Sevgili ev halkı Allah tuttuğunuz orucu kabul etsin yalnız tatlıyı biraz dikkatli tüketin zira kilosu 160 lira” demeği de ihmal etmiyoruz.

İftar sona eriyor, bir taraftan mis gibi demli çayı içiyoruz diğer taraftan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarını dinliyoruz, ilk an alınacak önlemleri tam olarak anlayamadığımız için kanal kanal dolaşıyoruz, ortak manşet “Kısmi kapanma”

Anlaşılacağı gibi bu ramazan ayında da “Kısmi kapanma” ile karışık bir süreç yaşayacağız, iftara , sahura en sevdiklerimizi bile davet edemeyeceğiz, bir taraftan salgın ile mücadele ederken diğer taraftan artık yangın yeri haline gelmiş “pahalılık” ile kavga edip kazanmaya çalışacağız.

Günün sonunda bizi Covid 19 öldürmez ise Pahalılık mutlaka öldürecek.