'İki gazeteden başka günlük gazete çıkamaz' denilen Kocaeli'nde 99 Depremi öncesi Siyah/Beyaz isimli gazetemi çıkarıp, yayınlamaya başladığımda ilk şok olanlar arasındaydı Güngör Arslan..
Çünkü o dönem gazete çıkarabildiğimizi görüp, panikleyen ve benim 'Çiğ', resmi kayıtların 'Çiğit' dediği Mavi Kocaeli isimli gazete ile yarışan ve Ardahanlı bir hanımın yazı işleri müdürü olduğu ve paramızla olmasına rağmen gazetemizi basmayan Kırımızı Kocaeli isimli gazetenin Genel Yayın Yönetmeniydi Güngör Arslan..
Demokrasiden, soldan, özgür basından bahsedip ama üçüyle de alakası olmadıklarını anladığım o dönemin Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı ve bizi anlamayan başta bölgedeki hemşehrilerim, aydınlar, işçi temsilcilerinin bizi sahiplenmekten çekindiği ve bizim ise rahmetli iş insanı, dostum İsamettin Akkurt'un gönüllü desteği en önemlisi gazetecilik azmi ile depreme kadar direnip, gazeteciliğin nasıl yapılacağını ortaya koyduğumuzda Güngör Arslan'ın da aralarında olduğu o dönemin iki gazete yöneticisi önce gizliden sonra Çiğ insanların çıkardığı gazetenin 'Dağdan gelmiş, bağdakini kovacaklar' alçak manşeti, yorumlarıyla alenen önümüze engel olmaya başlamışlardı.
Bugünküler gibi solcu, demokrat, özgür basından yana görünüp ama aslında muhafazakar, sağcı, hatta faşist diye bilinenlerden daha faşist, daha sağcı olduklarını gördüğüm en önemlisi 'Doğulu musun ? O zaman hainsin' anlayışını taşıyan ulusalcı zihniyetin birer temsilcileri olduklarına bir kez daha şahit olduğum o dönemin sözde solcu yöneticilerinin ve bu adı geçen iki gazete yöneticisinin de alttan desteği ile abone olmak, gazete almak yada toplantılarına davet etmeyi bırakın, aldığımız özel reklamları görüp, o firmaları arayıp, ellerinde bulundurdukları yerel güç kanalıyla tehdit ettiklerini de görmüş, yazmış ve bu alçaklıkların beni, değil sizi tarihe gömeceğini ve bugünkü iktidarın zihniyetini iktidara taşıtacağını yazmış, haberleştirmiş, yorumlamıştım.
Öyle de oldu..
Çünkü, 'çıkaramaz' denip, çıktığında ise önüne olmadık engeller konulan gazetemizi tüm imkansızlıklara rağmen çıkarmış, çoğu benim teşvikimle bu sahaya giren ve sonradan çok iyi gazeteciler olan çaylak ekiple Kocaeli'nde hazırladığımız İstanbul Avcılarda bulunan o zaman ki Uzanlara ait matbaada her gün gazetemizi basıp, getirip, yay-sat aracılığı ile bayilere dağıtmıştık..
Bu yetmez bugün bir çok gazetenin çıkarılabildiğini ortaya koyan adımımız üzerine 'Kesinlikle 3üncü gazete çıkamaz' denen yerde gazetecilik adı altında reklam rantını yiyen iki ailenin ve solcu, demokrat, devrimci ayakları yetmez Abaza, Gürcü mikro milliyetçilik yapıp, onlara da bir şey koklatmayarak, pastanın tümünü yutanların gerçek yüzünü ortaya çıkarmış ve yıllardır yedikleri pastaları olan reklam, gazete satışlarına da ortak olmuştuk.
Asıl yaptığımız diğer en önemli şey de başta o dönem yaşanan ve ilk olarak benim imzamla yerelde, ulusalda gündeme taşınan Yuvacık Barajındaki yolsuzlukları, dalavereleri, oradaki sözde sol, demokrat, devrimci ayakları ile yapılan belediyecilik rantını ortaya koymaya başlamış, hemen her gün yeni bir eylemlerini, sorunlarını dile getirmeye çalışan, işçilerin sorunlarını manşetlerimize taşımamız, bugünkü gibi hem yereli hem de iktidarları rahatsız etmişti.
Ve önce bayileri gezerek, gazetemizin gazete standlarında en alta, görülmeyecek bir yere konulması için adeta emir alındığını fark ediyor, kız kardeşim Kıbrıs'la birlikte mühendis kayın birader Ertaş Işık'ın başında olduğu ekibin hazırladığı gazetemizi alıp Türkiye'de 2. olan cadde, sokak ve üst geçitlerde 'Yazıyor, yazıyor' diyerek gazetemizi okura ulaştırmayı başarıyorduk.
Baktılar ki 'ne yapılırsa yapılsın, azimli bir ekibin başında olan ve işi sadece gazetecilik olan Fakir Yılmaz'a engel olamıyoruz' korkusu sarınca yani bunu da aşınca bu kez tam resmi ilan alacağız diye sevinip, dolan 'Hak ediş' süremiz üzerine bu yönde dilekçemizi yazıp, Kocaeli valiliğine verdiğimiz günün aynı akşamı hem de itiraz dilekçemizi yazmayalım diye mesai bitiminde kapımıza gelen polislerin elimize sıkıştırdığı 'gazeteniz hakim tarafından kapatılmıştır' kararı ile zaten zor şartlarda o güne kadar dayanıp, tüm engellemelere rağmen çıkardığımız resmi ilan hakkımız elimizden alınmış hem de hiçbir hukuki dayanak gösterilmeden "gazeteniz kapatıldı"denmişti.
Ama yine durmamış, aynı gece gazetemizin önüne 'yeni' kelimesini ekleyip, depreme kadar yine çıkmış, 'kapatıldı' diye hiç bir nedeni belirtmeyen hakimi, polisi ve Kocaeli'ndeki engelleyicileri bir kez daha şok etmiştik..
Evet tüm Marmara'yı sarstığı gibi bizi de derinden sarsıp, üzen 99 depremi öncesi yok imkanlarla çıkardığımız Siyah Beyaz Kocaeli Gazetesini çıkardığımız yıllarda beni anlamayıp, paramızla bile gazetemizi matbaalarında basmayan ve beni uzaktan izlemeyle yetinen Güngör Arslan ve o dönemin, şu an hala gazetecilikle uğraşanları tanıdığım Kocaeli'nde bir gazeteci hem de daha bir kaç gün önce ziyaret edip, eski günleri yad edip, güldüğümüz ve en önemlisi 'Otur hele Fakir,, Az sohbet edelim.. Bak Fakir memlekete gazeteci olmadığı için ve bizler sadece gazetecilik yapmaya çalışan gazeteciler olarak göze batıyoruz. Gazeteci mi kaldı, dur hele az sohbet edelim' diyen ve o dönem bana karşı yapılanları üstü kapalı olarak da olsa adeta günah çıkaran bir gazeteci, bürosunda tanıştığım kızı avukat olmuş diye çok sevindiğim Güngör Arslan öldürüldü.
Tek suçu ise gazetecilik yapmaya çalışıp, balın hepsini kendileri yutan arı kovanlarına kalemini sokmaya çalışan yazılar, yorumlar, haberler yapmaktı. Ya da ben öyle biliyor, herkesi kendim gibi biliyordum. Ve bana sorulsa evet ne derseniz deyin Güngör Arslan gazeteciydi' diye bir kez daha hem de kalın çizgiyle adının altına imza atarım.
Ama beni üzen asıl ve en önemli konu ise Arslan'ın öldürülmesi üzerine bölgedeki kendilerini Güngör Arslan gibi 'Bende gazeteciyim' diyenlerin bu olayı sadece resmi ağızların verdiği bilgilere dayandırıp, haberleştiren ajansların diliyle al/yapıştırla duyurup, üzerine küçük de olsa bir yorum yap -a-mamaları ve tırsmaları..
Evet, Kocaeli'nde bir gazeteci öldürülmedi aslında gazeteciliğin nasıl olup çoktan öldüğünü bir kez daha anladım, Arslan'ın ölümü ardından çoğunu yakından tanıdığım bölge gazetecilerince bu olayın neden yaşandığı yönünde telefon soruma cevap veremedikleri gibi bu yönde ne bir haber, ne bir yorum görememenin üzüntüsüyle..
Ve gazeteci Arslan'ın şehit bir gazeteci olarak anılması gerektiğini belirten Fatih Portakal gibi meslektaşlarımın yayınladığı, üzerine yorum yaptığı ve hepimizin 'gazeteciyim' diyen bize, kendimize, 'Ben gazeteci miyim?' sorusunu sordurduğu aşağıdaki linki tıklayıp, izleyip, 'Vurulsa da en azından hala yaşıyor gazetecilik' diye moral alırken..