Bir Devrin Anatomisi (2002 – 2024)


    Geçmişte yaşanmış öyle olaylar var ki, okuduğumuz, duyduğumuz her haberde: “Allah, Allah bu kadar da olmaz ki” demekten kendimizi alamıyoruz.
    Eski İçişleri Bakanımız Sadettin Tantan, 14 Ekim 2024 tarihinde X hesabından yaptığı bir paylaşımında her vatanseverin hayretle karşılayacağı enteresan bir açıklamada bulundu: “NATO’nun 30.06.2022’de İspanya’da gerçekleştirilen 32’nci Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi'nde bizzat Cumhurbaşkanı tarafından dile getirilen “Ben Başbakan olmadan önce Sayın Bush ile bir süreç başlattım, o günden bugüne gelen bir sürecimiz var” sözünü artık açmak zorundadır. Cumhurbaşkanı, henüz resmi bir görevi yokken ABD Başkanı ile nasıl bir süreç başlattığını halka anlatmalıdır, halk gerçekleri bilmelidir.”
    Bu açıklamadan da anlıyoruz ki, Erdoğan, “EŞBAŞKAN”lık görevini henüz daha başbakan olmadan önce üslenmiş. Aşağıdaki iki paragrafta zaten bunu teyit eden ifadeler mevcut bulunuyor.
    Uzun müddet çeşitli gazetelerde günlük ve dizi yazılar, TRT’de muhabirlik ve yapımcılık yapan tecrübeli, araştırmacı gazeteci Banu Avar, Türkiye’de uygulanan senaryonun 1994 yılında ilk işaretini verdiğini belirtirken o tarihlerde Türkiye'nin ABD Büyükelçisi Morton Abromovitz'in “Erbakan bu işi beceremiyor, daha kravatlı, daha şehirli görünümlü bir başkan lâzım" sözlerine atıfta bulunarak, "Dünya düzeni, Türkiye'nin yönetimine kimlerin geleceğine daha o tarihte karar vermişti" sözlerini ilave etmişti.
    O yıllarda TRT’de yurtdışından gelen gazetecilere mihmandarlık görevlerinde bulunan Banu Avar, 1994 yılında Refah Partisini araştırmak ve incelemek için Avrupa’dan gelen bir gurup gazeteciyi karşılamak üzere Yeşilköy Havaalanına gider ve Kendilerine Genel Başkan Necmettin Erbakan ile bir görüşme ayarlayabileceğini, söylediğinde: “Hayır onu istemiyoruz. Yardımcısı Abdullah Gül, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan ya da Fehmi Koru ile görüşmek istiyoruz” dediler.
    1999 Genel seçimleriyle işbaşına gelen üçlü Ecevit Koalisyon hükümeti, kısa zaman sonra ekonomik darboğaza girdi ve Dünya Bankasından Kemal Derviş getirilerek ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı görevine atandı. Kemal Derviş’in müdahaleleriyle bir kısım iyileştirici tedbirlerden sonra ekonomide düzelme başlamışken, ülkedeki terör olayı neredeyse bitirilme noktasına indirilmişken, Başbakan yardımcısı Devlet Bahçeli, 7 Temmuz 2002 Bursa Kocayayla 11. Türkmen Kurultayı’nda 3 Kasım 2002 tarihinde Erken Seçime gidilmesi kararını açıkladı. 
    AKP ise 14 Temmuz 2001 Tarihinde: “Recep Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Abdüllatif Şener, Bülent Arınç, Ali Babacan, Binali Yıldırım, Nurettin Canikli ve Hayati Yazıcı” gibi isimlerle AKP’nin kuruluşunu gerçekleştirmişti. ABD ile ilişkisi doksanlı yıllara dayanan Recep Tayyip Erdoğan, arkasına AB’nin de desteğini almak için: “Huzur ve refah için Avrupa Birliğine evet” sloganıyla sesini duyurmaya çalışıyordu. Nitekim 3 Kasım 2002 Seçimlerinde %34, 29 oy alarak: “Türkiye Cumhuriyeti Demokrasi Tarihi’ne iktidarda en uzun süre kalacak siyasi parti olarak” tek başına iktidara geldi.
    İktidara geldiğinin ilk yıllarında AB. Rüzgârını da arkasına alarak, ekonomide bir önceki hükümet döneminin Kemal Derviş maliyesini uygulayan AKP hükümeti, 2009 yılına kadar Türkiye’de fert başına düşen milli gelirin 12 Bin Dolara kadar çıkmasını başardı. Ancak sonrasında alınan yanlış ekonomik kararlar ve devlet kurumlarındaki aşırı savurganlık yüzünden Türkiye gittikçe fakirleşmeğe doğru gidecektir.
Büyük Ortadoğu Süreci
    Yazımızın 2. Paragrafında dile getirdiğimiz Erdoğan’ın henüz başbakan olmadan ABD başkanı Buhs ile başlattığı ilk süreç, 20 Mart 2003’te ABD ordusu öncülüğünde “Çokuluslu Koalisyon Güçleri” tarafından Irak’ın işgaliyle başlamış oluyordu. Bu işgal neticesinde 4 Temmuz 2003 günü Kuzey Irak'ın Süleymaniye kentinde karargâh kurmuş bulunan bir binbaşı komutasındaki 11 Türk Silahlı Kuvvetleri mensubunun ve Türkmen mihmandarlarının Irak'taki işgal kuvvetleri ve aralarında peşmergelerin de bulunduğu baskın sonucu derdest edilmeleri ve başlarına çuval geçirilmek suretiyle götürülüp 60 saat süresince alıkonularak sorguya çekilmişlerdir.
    Bu çuval hadisesinden sonra gazetecilerin Başbakan Erdoğan’a: “ABD’ye NOTA verecek misiniz” sorusuna Erdoğan: “Ne notası, müzik notası mı?” diye cevap verecektir.
    7 Ağustos 2003 tarihinde Washington Post gazetesinde Condoleezza Rica tarafından kaleme alınan “Türkiye’de dâhil Ortadoğu’da 22 ülkenin sınırları değişecek” içerikli makalede de belirtildiği gibi artık BOB Projesi açıktan açığa fiiliyata geçmesine rağmen kendimizi Büyük Ortadoğu Eş Başkanlığı Projesi’nin şehavetine o kadar kaptırmıştık ki, makalede ne istendiğinin farkında bile değildik.
    2010 yılında Arap Ülkelerinde başlayan “Arap Baharı”: Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Cezayir, Ürdün ve Yemen'de büyük çapta; Moritanya, Suudi Arabistan, Umman, Irak, Lübnan ve Fas'ta küçük çapta olmak üzere tüm Arap dünyasında baş gösteren mitingler, protestolar, halk ayaklanmaları ve silahlı çatışmalar neticesinde Tunus, Irak, Mısır, Libya devlet başkanları devrilmiş, Ortadoğu tabiri caizse kan gölüne dönmüştür. 
    Bu arada Türkiye’de yargı FETÖ’cülerin eline geçmiş, Ergenekon, Balyoz davalarında olduğu gibi Türk Ordusuna büyük kumpaslar kurulmuş, vatansever birçok subay görevlerinden uzaklaştırılıp, Silivri Cezaevine konulmuştur. Türk Genelkurmay Başkanı tutuklanmış, Kozmik Oda’ya girilmiş gizli belgeler CİA’nın eline geçmiştir.
    Türkiye – Suriye sınırındaki mayınlı arazi temizlenmiş, Arap Baharı Projesiyle Suriye’de çıkan iç karışıklık ve savaş neticesinde sınırlarımızdan ilk verilere göre 3,5 Milyon kaçak Suriyeli sığınmacı ülkemize girmiştir. Akabinde AB fonlarıyla Türkiye – İran arasındaki mayınlı arazi de temizlenmiş, Amerikan ordusunun eğittiği binlerce Afgan, İranlı kaçkınlar tarafından ülkemiz adeta sessiz istilaya maruz bırakılmıştır.
    Çözüm Sürecinde valilikler tarafından verilen emirlerle Türk Ordusunun eli-kolu bağlanmış, “Hendek Savaşları” neticesinde 820 Türk askeri şehit edilmiştir. Maalesef bugün daha da el yükseltilerek terörist başının Gazi Mecliste konuşması isteniyor. Hem de kuruluşundan bu güne kadar Türk Milliyetçiliğini kendisine şiar edinmiş iktidarın küçük ortağı Milliyetçi Hareket Partisi tarafından.
    Bugün iktidar ve küçük ortağı tarafından 22 yılda devlet kurum ve mekanizmalarını tahrip etmekten, yapılan yüzlerce yolsuzluk neticesinde yargılanmaktan kurtulmak ve sürekli iktidarda kalabilmek için anayasa değişikliğine gidilmesinin yolları aranıyor. Bunun için ana muhalefet partisi ile normalleşmeğe, DEM ile el sıkışıp, tekrar çözüm süreci başlatmaya varıncaya kadar veremeyeceği taviz yok gibi görülüyor.