Seçimlere çok kısa bir süre kalan şu günlerde başta AK Parti Genel Başkanı, Cumhurbaşkanı olmak üzere idarede olan ve başında bulundukları belediyelerin koltuklarından olmamak için yeniden aday olanların devlet imkanları ile seçim propagandası yaptığı yönündeki eleştiriler başını almış gidiyor.
Mevcut iktidarın ‘parti devleti’ anlayışı ile baştan aşağı yani devletin bakanından, başçavuşuna kadar tüm imkanlarını seferber ettiği alenen görünen önceki ve şimdiki seçimlerde sandık başına gidip, saf saf oy kullanıp, ‘Ne edeyim ben demokrasi gereği görevimi yerine getirdim’ diye kendisini kandırıp, bu yaşananları sorgulamazsa bunun her gelen iktidarda devam edeceğini, ettiğini de maalesef göreceğiz.
Peki, seçmeninin yaşananları sessizce izlediği, basın ve medyanın iktidarına göre rüzgâr estirdiği bu ülkede ‘beceriksiz’ ya da ‘mevcut iktidarın iktidarda kalması için dizayn edilmiş’ denen bir siyasetle bu iktidarın 22 yıldır devam etmesine asıl katkıyı sunduğu iddia edilen muhalefet ne yapıyor?
Evet, ‘Güçlü Bir Ardahan Lobisi’ diyenleri anlamayan ve beş yıl içinde 50 yıllık birikmiş hemşo sermayesi yemekle suçlanan ve lobisizlikten bir kaç gün sonra makamını terk etmek üzere olan Ardahanlı, Ağ saçlının 20 gün daha başında kalacağı Şişli Belediyesinin yanı başında bulunan gök deleni 'gören var mı?' diye sormayacağım..
Çünkü görülmemesi için kör olmak ya da biz Ardahanlılar gibi yere bakarak gezmek gerek..
Ve her ülkede olduğu söylenen Trump’un onca zenginliğine karşın ayakkabı ve kravat satarak yeniden seçilmek için yaklaşan Amerika seçimleri öncesi seçim bütçesini oluşturmaya çalıştığı şu dünyanın bu ülkesinde belediyeleri ellerinde tutan ve yeniden aday gösterilen muhalefetin belediye başkanları da cumhurbaşkanı forslu uçak, helikopter, onca aracın olduğu, korumalı uzun resmi araçlarla 'devlet partisi' denen partisinin mitinglere gittiği iddia edilen Erdoğan’dan çok mu farklılar?!.
Yani hiçbir seçim masrafı etmeden, bir imza ile atanmış birkaç maaşlı bakanlarından, bol maaşlı bürokratlarından, valilik maaşı yetmez kayyum maaşı, ziyaret ettikleri köy ve kentlere giderken 'yolluk' adı altında para alan vali, kaymakamlarından hatta başçavuşlarından aşağı kalmayıp, halkın parasıyla bütçeleri oluşturulan belediyelerin parasıyla, billboardları hatta zabıtalarıyla cebimizdeki para ile vergi olarak oluşan paracıkları harcayarak ve bunu da gözümüze sokarcasına bir seçim propagandası yaptıkları ve biz seçmenlerin parası yetmez gibi üstüne bahşiş olarakta oy istedikleri bir ülkedeyiz...
İnanmıyorsanız fakirliğin diz boyu olduğu, göçün hızla devam ettiği, çantacı vekiller yetmedi çantacı belediye başkanlarının yönettiği, belediye çalışanlarının maaşlarını ödemek için arsaların parsel parsel satıldığı yetmedi belediyelerin mal varlıklarını teminat gösterip, yüksek faizlerle alınan milyonluk krediler dolayısıyla borçlanan memleketim Ardahan’a bir bakın.
Şu an bulunduğu İstanbul’da ki gibi memleketim Ardahan’da da belediyenin parasıyla saz, caz konserleri düzenleyerek iş yaptıklarını, karşılığında da oy istedikleri biz saf ve sorup, sorgulamayan seçmene yutturulanlara baktıkça ’Tencere dibin kara seninki benden kara..’ deyiminden çok ‘Ya ne etsin bal tutan parmağını yalar’ ya da ‘Adamlar çalıyor ama çalışıyor da..’ diyerek, hırsızlığı, yüzsüzlüğü onaylayan yeni deyimler ekleyen bir seçmen, bir toplum, bir kitleyle de karşılaşıyoruz.
Evet, ‘Minareyi çalan kılıfını hazırlar sözüyle büyümüş bir toplumun tabandan tavana göstergesi de olan ülkede yaşanan bu durumun diğer bir nedeni de; seçmenin, yani ‘Olur ya kızımı, oğlumu işe koyar, belki akan baldan bana da düşer..’ zihniyetiyle çokta suçsuz olmayan bu toplumu oluşturan saz, caza kanan biz fertleriz.
Ama şu aşağıdaki karınca hikâyesinde anımsatarak yazımı bitirelim derken -30°leri bulan soğukların yaşandığı memleketim Ardahan’da saz çalan Ağustos Böceklerinin sonunu da karıncanın sonuna benzeyip, benzemediğini de düşünmüyor değilim..
Çünkü o hikayede; Bir karınca yere dökülen baldan azıcık yer ve gider.. Tadı da etimizi ucuza alıp, kavurma yaparak bize geri satan göçer Arıcılar denen Lazların değerini bilip, yediği Kafkas Arısı balı, Ardahan balı gibi hoştur... Ve aynı Karınca balı tadınca kendileri gibi bal seven ayılardan daha cesur davranıp, bal akan alana bir daha geri dönüp, tatlı baldan daha çok yemek için balın aktığı alanın içine girer. Ancak ayı kadar güçlü olmayan gözü doymaz saf Karıncanın ayakları bala kapılır ve debelenerek ölür...
Ve Hikmet ehli der ki, dünya bu bal gibidir; kim yetecek kadar alırsa kurtulur, kimi de içine dalarsa sonu karınca gibi olur.
Umarım birilerinin de sonu karınca gibi olmaz desem de geriye dönüp, baktığımda bu hikayeye benzer nice hikayenin papatyalar gibi siyaset sahnesinin tozlu sayfalarında kaldığını da hatırlamıyor değilim.
Çünkü kendilerine emanet edilen makamlar bir yetimin hakkı gibi değerlidir.
Ve bu hakka elini uzatanlar için ise Yüce Rabbimiz, ‘Yetimlerin mallarını haksız olarak yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş dolduruyorlar. Zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir.” (Nisa,10) buyurmuştur.’ dese de orada da ‘Yetimlerin mallarını ‘haksız’ (!) olarak yiyenler’ demesiyle burada da bir açık olduğunu görüyor ve korkuyorum, ‘Ya bu hak yiyenler ben onların hakkını yerken onlarda ses çıkarmadıkları için haklıydım, bizde ondan dolayı yedik..’ derler diye..