Her insan farklı bir fıtrat ve karakter özelliğine sahiptir.
Sahip olunan kabiliyetler bakımından da insanlar arasında farklılıklar vardır. Mesela, bazı insanlar sosyal bilimlere daha yatkın iken, diğer bazıları da sayısal alanda daha başarılıdırlar.
Üstün el becerilerine sahip olanlar fevkalade güzel resim ve karikatürler çizebilirlerken, bazıları da bırakın resim yapmayı, bir çöp adam resmi bile çizemezler.
Bütün bunlara rağmen, örneğin resim konusunda kabiliyetli olmayanların, şiir ya da başka bir alanda da kabiliyetlerinin olmadığını kim iddia edebilir?
Eline tornavida alıp iki vida sıkmayı dahi beceremeyen birinin, çok büyük bir müzisyen olma ihtimali hiç yok mudur?
Eminim ki pek çoğunuz Amerikalı ressam Bob Ross'u hatırlıyorsunuzdur.
En azından, bir zamanlar televizyonlarda yayınlanan programlarını izleyenleriniz olmuştur. Ben şahsen Bob Ross'un resim konusundaki kabiliyetine hayrandım.
Onun, kafasındakileri tuvale yansıtırken sergilediği el becerilerine bayılırdım.
Ama muhtemeldir ki, resim yapma kabiliyeti haricinde, bu ünlü ressamın böylesine bir başka kabiliyeti daha yoktu.
Mesela, belki hiç güzel şarkı söyleyemiyor ve sesi de karga gibiydi.
Söylemek istediğim şu; bu dünyada herkes farklı yetenek ve özelliklerle donatılmıştır. Yüce Yaratan, herkesi aynı yetenekte yaratmamıştır.
Başarılı bir müzisyen, ressam ya da başka herhangi bir alanda iyi bir sanatçı olabilmek için temel şart, bu konuda az da olsa bir yeteneğin mevcut olmasıdır.
Bu nedenle, herhangi bir alanda ilerlemek isteyen kişilerin öncelikle o alandaki yeteneklerinin varlığından emin olmaları gerekir. Yetenek elbette ki geliştirilebilen bir özelliktir.
Fakat, yetenekten hiç nasibi olmayanların, ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar, başarılı olma ihtimalleri neredeyse hiç yoktur.
Günümüz toplumu, malesef kendini tanımayan, kendinde olanın varlığını veya kıymetini bilmeyen, başkalarında olanlara karşı daima hayranlık duyan, hatta kıskanan insanlarla dolu.
Oysa ki, böylesi insanlar keşke bir kez bile olsa kendilerinin farkına varabilseler ve kendilerinde olan gücü keşfedebilselerdi.
İşte o zaman belki de başkalarına hayran hayran bakmaktan ve onları kıskanmaktan vazgeçecekler, uzak ufuklara yelken açıp, ulaşmak istedikleri menzile kolayca varabileceklerdi.
Onların bu halleri, ne yazık ki, tıpkı şu hikayedeki "kendini tavuk sanan kartal" gibidir;
"Bir gün dört tavuk bir kartal yuvasına girip bir yumurta çaldılar. Yumurtayı kümese getirdiklerinde, kümeste bulunan diğer tavuklar bu yumurtanın çok büyük bir tavuğa ait olduğunu düşündüler.
Gel zaman git zaman, tüm tavuklar bu yumurtanın büyük bir tavuğa ait olduğuna inandılar.
Büyük ve yetim yumurtaya bir anne bulundu ve kuluçka başladı. Kısa bir zaman sonra yumurta kırıldı ve içinden simsiyah kanatlı, ilginç gagalı tuhaf bir tavuk çıktı. Herkes mutluydu, çünkü böylesini ilk defa görmüşlerdi.
Anne tavuk, yavrusuna dersler vermeye başladı:
- Bak yavrum, yerden bulduğun böceği şöyle ye!
- Arpayı buğdayı böyle ye! vs.
Anne tavuk her geçen gün yeni şeyler öğretiyordu yavrusuna ve büyük tavuk ta annesinin her söylediğini yapıyordu. Tehlikelere karşı nasıl davranılacağını da ona öğretti annesi:
- Bak yavrum, eğer kedi buradan gelirse aksi istikamete doğru kaç, şuradan gelirse buraya kaç...
Büyük tavuk büyüdükçe güzelleşti ve oldukça uzun kanatlara kavuştu.
Bir gün, anne tavuk yavrusuna havadan gelen tehlikelere karşı kendini nasıl savunacağını anlatırken, büyük tavuğun gözü gökyüzünden süzülerek korkunç bir ihtişamla geçiş yapan başka bir canlıya ilişti.
- Anne bu ne? dedi, büyük tavuk.
- Ha, o mu? O kartal yavrum, kuşların padişahı.
- Ne de güzel uçuyor!
- Evet yavrum, ama sen sakın ona özenme, asla onun gibi olamazsın. Çünkü sen bir tavuksun. Senden önce baban, deden, amcan hepsi ona özendi, ama hiç biri onun gibi uçamadı. Sen bir tavuksun ve bir tavuk gibi yaşamalısın!
Büyük tavuk, o günden sonra ömrü boyunca arka bahçede kartalın ihtişamlı geçişini iç çekerek izledi ve her seferinde, "Keşke ben de bir kartal olup uçabilseydim" dedi.
En sonunda, bir gün yine gökteki ihtişamlı kartalı izlerken can verdi.
Onu bir tavuk gibi defnettiler, ama ne yazık ki, aslında ölen bir kartaldı..."
Sevgili Dostlarım,
Çevremize baktığımızda, tıpkı hikayedeki "kendini tavuk sanan kartal" misali insanlardan ne kadar da çok var değil mi?
Kartal olarak doğup tavuk gibi yaşayan, hayatları boyunca da kartallara özenen zavallılara üzülmemek elde değil. Birileri ne zamanki onlara gerçeği anlatmaya kalkışsa, anlatılanları dinlemedikleri gibi, gerçeği söyleyenleri düşman gözüyle bakmaya başlarlar.
Öte yandan toplumumuzda, "Kendilerinin farkında olmayan" insanlara koşut, "Kendilerinin fazla farkında olan insanlar" olarak tanımlanan bir başka insan türü de mevcuttur.
Fıtrat, karakter ve kabiliyetlerinden farklı davranan bu küstahlar, aslında tavuk oldukları halde, kendilerini kartal zanneden ve hadlerini aşarak sağa sola efelik taslayan zavallılardır.
Böylelerinin foyası, daha ilk uçuş denemelerinde hemencecik ortaya çıkar ve tavuktan bile aşağı seviyeye düşerler.
Birincilerin hali ne kadar acıklı ise, ikincilerin durumu da o kadar çirkin ve iğrençtir.
Kendilerinin farkında olmayan aşırı mütevaziler ile kendilerinin fazla farkında olan küstahlar arasında, adeta gizli bir savaş vardır.
Bu savaş, kendi güç ve varlıklarının farkında olmayanların uyanacağı zamana kadar, hep küstahların üstünlüğü ile devam edecektir.
Küstahları alt etmenin yegane yolu ise, silkinip kendimize gelmek ve ne olduğumuzun farkına varmaktan geçiyor.
Bunu başardığımız gün, kendilerini kaf dağında gören hadsiz ve küstahlar kaçacak delik arayacaklardır.
Uyuyan bireylerin ve toplumların silkinip kendilerine gelme vakti geldi de geçiyor bile.
O halde vakit, kendimizi keşfedip özümüze dönme vaktidir...
Eğer bir gün kelebek olup uçabilmek istiyorsanız, önce kendinizi tanımalısınız.
Yoksa, bütün ömrünüz bir tırtıl olarak geçip gider...
Esen Kalın...