Son dönemlerde hayatımızın hemen her noktasında baş gösteren “Bozulma” herkesi derin endişeler içerisinde bırakıyor, Hal böyle olunca geçmiş dönemlerde “Asımın Nesli” olarak tanımladığımız gençlerimizi ballandıra ballandıra anlattığımız, dünyada var olan ülkelerin genç nesillere örnek gösterdiğimiz jenerasyon birden bire değişim gösterince herkes karşısındakine “Yahu bunlarmıydı yıllar yılı övünerek anlattıklarımız” diye sorma başladılar.
Tabi geçmiş günleri düşündüğümüzde bizim cenahta olup ta Mehmet Akif’in “ Çanakkale Şehitlerine” isimli hepimizi duygulandıran şiirindeki "O benim sun'-i bediim, onu çiğnetme" dedi/Asım'ın nesli diyordum ya, nesilmiş gerçek /İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek” şeklindeki mısralarını nerede ise bilmeyen yok gibidir, Muhafazakar yada Milliyetçi kesim çerçevesinde siyaset yapanların kalabalıkları gördüklerinde dudaklarından dökülen ilk ifadelerin başında gelir bu dizeler.
İstiklal marşı Şairi Akif’in “Asımın Nesli” diye tarif ettiği o muhteşem insanların şimdi nerede olduklarını, neler yaptıklarını yada onlardan sonra gelen nesillerin onların vasiyetlerini yerine getirip getirmediklerini bilmek zor.
Türkiye gibi Osmanlı bakiyesi bir ülkenin 28 Milyon kilometrekare büyüklükten 780 bin 676 kilometrekareye yani otuzda bir küçük parçaya düşürülmesi sırasında elbette ki Kahramanlara ihtiyaç vardı ve bu kahramanlar sayesinde belki de 780 bin küsur metrekareyi koruyabilme başarısı gösterilmiş olabilir.
Bizim sınırlarımız içerisinde bulunan ve tökezlemeye başladığımız andan itibaren emperyalist güçler ile işbirliği yaparak kanımızı içecek noktaya gelen gruplara karşı var olan son vatan parçasını korumak adına Asımın nesline hemen her devirde ihtiyaç hasıl olmuştu.
Batı tarafından “Hasta Adam” olarak nitelendirilen Osmanlı İmparatorluğunun artık parçalanmasının kaçınılmaz olduğu bunu hisseden Emperyalist güçlerinde içerimizdeki işbirlikçileri ile başlattıkları isyanlara karşı vücudunu siper eden canını veren ve bir gül bahçesine girercesine toprağın kara bağrına girmekten çekinmeyen Asımın nesli sayesinde en azından bugünkü sınırlarımıza sahip olma başarısını gösterdik.
1900’lü yılların başından itibaren artık önlenemez bir noktaya gelen Parçalanma sırasında herkes “Ne olacak bu işin sonu, Hiç durmamak üzere başlatılan saldırı kim yada kimler tarafından durdurulacak, yada durdurulabilecek mi.?” diye düşünülürken Yıldırım orduları komutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk ortaya çıktı, önce hücum durduruldu sonra başta Hatay olmak üzere elden çıkan toprakların geri alınması adına mücadele başlatıldı.
29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyetin kurulmasına kadar hayatlarını bu memleket için feda eden Asımın Neslinin çocuklarını o günlerden sonra genç Türkiye cumhuriyetinin kalkınması adına daha büyük hedefler bekliyordu.
Türkiye’nin kurtuluşunun İlimde, Teknikte, Fen’de olduğunu gören bunun içinde Büyük zaferden sonra derhal İzmir iktisat kongresini toplayan Mustafa Kemal Atatürk, ilk defa milli ekonomi idealini ortaya koyuyor, ardından da memleketin seçilmiş 11 gencini yüksek öğrenimleri için Avrupa'ya gönderme kararı alıyor
O öğrencilerden birisi olan Mahmut Sadi olup bitenleri şöyle anlatıyor: Yıl 1923. İstanbul Üniversitesinde öğrenci olduğum sıralar, Okul duvarında bir ilan görüyorum. "Avrupa'ya talebe yollanacaktır." Allah Allah diyorum, ülke yıkık dökük yıl 1923. Avrupa'ya talebe, lüks gibi gelen bir şey, ama bir şansımı denemek istedim. 150 kişi içerisinde 11 kişi seçilmişiz. Benim ismimin yanına Atatürk "Berlin üniversitesine gitsin" diye yazmış, Zaman geldi. Sirkeci garındayım, trene yürüyorum. ama kafam öyle karışık ki, gitsem mi kalsam mı, orada beni unutur mu bunlar, para yollarlar mı, gurbet ellerde ne yaparım? Bir an gitmemeye karar verdim, döndüm, tam o sırada bir müvezzi ismimi çağırdı: "Mahmut Sadi, Mahmut Sadi, bir telgrafın var", Telgrafı açtım aynen şunlar yazıyordu: "sizleri birer Kıvılcım olarak gönderiyorum; Alevler olarak geri dönmelisiniz". Var mı böyle bir şey.? 11 öğrencinin nerede, ne zaman, ne düşünebileceğini hesap edebilen bir lider, dünya lideri olmasın da ne olsun! Yıl 1923, biz evimizde bir çocuğumuzun huyunu değiştiremiyoruz, tek bir huyunu. tüm ülkenin huyu değişiyor. Bununla uğraşan bir insan, yurt dışına yolladığı 11 öğrencinin nerede, ne zaman, ne düşünebileceğini hissedebiliyor."
Mahmut Sadi devam ediyor: "Gel de şimdi gitme, git de orada çalışma, dön de bu ülke için canını verme!" diyor. Evet bugün en büyük şikayeti ne Türkiye'nin? beyin göçü, En iyi beyinlerimizi kapıp götürüyorlar, çocuklarımız arkalarına baka baka gidiyorlar. Peki diyeceksiniz ki engellemek o kadar mı zormuş? ha o gün 11 öğrenciymiş, telgrafmış. bugün milyon öğrenci. olsun, e-mail var, bilgisayar var. yeter ki Atatürk'ün sarf ettiği şu iki cümleyi ifade edebilecek, onların sorumluluğunu alabilecek, o inancı verebilecek liderler olsun.
Türkiye’nin durumu bugün elbette ki Savaştan çıktığımız yıllara göre daha iyi, dün sayısını bile unuttuğumuz kadar fazla ve zor savaştan çıktıktan sonra geriye kalan 13 milyon nüfus, bugün daha dinamik 82 milyon nüfus.
Asımın neslinin dün olduğu kadar bugün memleketin sorunlarını kendilerine dert ettiğini düşünmüyoruz, Dün memleket savunması için daha 15 yaşında cepheye giden bir neslin çocukları, torunları bugün Türk milletini rahata erdirecek buluşları hayata geçirmek yerine Batıyı takip etmekten ve onların ürettiklerini tüketmekten başka hiçbir iş yapmıyor.
Eskiler “Ya Tozu dumana katarsın yada tozu dumanı yutarsın” derlerdi, galiba bizde şu an daha çok tozu dumanı yutar noktadayız ve yuttuğumuz tozlar vücut kimyamız ile birlikte ruh dünyamızı da tarumar edecek bir noktaya geldi.
Bu sebeptendir hep kapılarda Asımın neslini beklediğimiz….