Bir taraftan her geçen günbiraz daha ağırlaşan hayat şartları, bir taraftan birbiri ardına gelen olumsuzluklara birazda yılların acımasızlığı eklenince insan hiç olmadığı kadar panikliyor, Doğruyu bulmak adına dinlemesi, sesini duyması gereken kalbine asla kulak vermiyor, bir o yana bir bu yana savrulup duruyor.
07 Haziran1987 tarihinde aramızdan ayrılan Cahit Zarifoğlu “Bir kalbiniz vardır onu tanıyınız./Bir şehir kadar kalabalıktır bazıları/Bir dehliz kadar karanlıktır bazıları/Konuşurlar/İsterler/Susarlar/Dinlememişseniz nice yıl kalbinizi” diyordu.
Yıllar yılı peşinden koştuğumuz yol başçılarımızın (!) bizi nefes nefese sadece kendilerinin rahatı için koşturduklarının farkına varalı aşağı yukarı on yıl oldu.
Çok uzun yıllar doğru olduğunu düşündüğünüz ne varsa bir tamamının sizin için tam bir hayal kırıklığı olduğunu anlamak en azından kendi kalbinize anlatamamanın acısının ne demek olduğunu bizim gibi damdan düşenler daha iyi anlayacaklardır.
Nede zordur aradan çok uzun bir süre geçtikten sonra birdenbire acı gerçeklerle yıkılmak.
Çırılçıplaktan daha çıplak hakikatle yüzleşmek
Nazım Hikmet’in bir şiiri var "Hayâsız der" orada. "Hayâsızda bir şey var çıplaktan çırılçıplak daha beter” der.
Bir ömrü koştuğunuz gerçeğin nasıl bir yanılsama olduğunu anladığınızda köprüler, barajlar, duvarlar yıkılır, Betonlar, demirler devrilir üzerinize kaçamaz öylece kalakalırsınız orada.
İnandığınız değerler çökmüş, umutlarınız bitmiş hayalleriniz tükenmiş olur.
Bu kimi zaman arkadaşlık olur, kimi zaman dostluk, kimi zaman Milliyetçilik.
Din iman olur, ülkü olur, Devrim olur, Toprak olur uğruna savaştığınız.
Hep unutulur Habil, Kabil gerçeği.
“Kabil Habil’i öldürdü, Kuşkusuz insan çok nankördü.”
Bu kadar büyük gerçeklik karşımızda dururken biz yine de umutlanırız.
Makara iplerine bağladığımız ümitlerimize doğru dürüst tutunmadığımızdan olsa gerek hep kaybeden tarafta oluruz.
Kırk yıl elli yıl sonunda ne kadar aldatıldığımızı, kandırıldığımızı bir hiç uğruna harcandığımızı anlar ama artık geriye de dönemeyiz.
Çok körü körüne ileri gittiğimizden mi nedir arada korkunç uçurumlar oluşmuştur
Geriye dönmemiz için engellerler o kadar çoğalmıştır ki istesek te artık geri dönebilmek mümkün olmaz.
Kırk yıllık rakı masasından hidayete ermek gibi, elli yıllık inanılan değerlerden uzaklaşmakta oldukça güçtür.
Solculuktan sağa veya sağcılıktan sola geçmek çok az insanın harcıdır.
Biz istesek te bizi bırakmayan bağlayan şeyler vardır.
Cami cemaatinden parayı bulunca şaşıran rakıya şarabı karıştıran çok ünlü isimlerin olduğunu hepimiz biliriz.
Şimdi burada isim zikretmeye gerek yok zaten şık düşmez, yakışık almaz.
Kırk yılın solcusunun da ya Allah deyip ilahi, türkü söylemişliği vardır güzel ülkemizde.
Solcusu da, sağcısı da Müslümandır neticede.
Bu ülkede yaşayan her birey çok büyük oranda müslümandır
Bu tartışılmaz.
Ama siz “solcuyum” diye yola çıktığınız yerde yarım asır sonra “pardon” derseniz,
Ya da İslami görüşlerle yıllarca yürüdüğünüz yolda; parayı görünce, makamı, mevkiyi görünce, kadını görünce aklınız şaşıyor adımlarınız karışıyorsa “pardon” diyorsanız bir gün bu büyük bir hayal kırıklığıyla tartışılır.
Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi ‘’Bir kalbiniz vardı onu hatırlayınız’’ der Cahit Zarifoğlu.
Ama üzülerek söylememiz, itiraf etmemiz gerekiyor ki “Artık bir kalbimiz yok.”
Bu kadar serzenizten sonra ‘’Ömür yavru kuşlara acımakla başlayıp Hiç kimseye acımamakla biter’’ sözü gerçeğin ta kendisi haline gelmişse artık bir kalbimiz yoktur.
Söylediklerimizle yaptıklarımız örtüşmeyince artık bir süre sonra iş gelir buraya kadar dayanır.
Hz Ömer’in adaletini, çölün sıcak kumunda karnına taş bağlanan Peygamberi, zulme karşı çıkan sahabeleri, “rüşvet, faiz alanda verende melundur” ifadesini, Eba Müslim Horasani’nin “Onlar, zarar vermeyeceklerinden emin oldukları için dostlarını kendilerinden uzak tuttular. Kendilerine bağlamak ve kazanmak içinde düşmanlarını yakınlaştırdılar. Yakınlaştırılan düşman dost olmadı. Ama uzaklaştırılan dost düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince yıkılmaları mukadder oldu” söyleminin yarattığınız hayal kırıklığıyla “La Fonten’den Masallar” haline dönüştürürsünüz.
Geriye kalır bir tek hayal kırıklığı.
Bizim yaşadığımız gibi...