Siyasetçilerimizin ve bilim kurulunun söylediklerine göre Koronavirüs salgınının Pik yaptığı günlere girmek üzereyiz, Salgının Pik yaptığı zamanlarda kaç vatandaşımız hayatını kaybedecek, ölüm sayısı ne kadar düşecek.. Koronanın olmadığı o güzel günlere tekrar ne zaman döneceğiz soruları şu sıralar her zamankinden daha fazla önem taşıyor.
Bu çerçevede geçtiğimiz hafta sonu olduğu gibi bu hafta sonu da sokağa çıkma yasağı ilan edildi, Hoş sokağa çıkma yasağı ilan edilmediği zamanlarda da biz zaten evden çıkmıyorduk, Böylesi zamanın akmadığı günlerde en önemli etkinliğimiz kitap okumak, Televizyonda dizi ve sinema seyretmek onlardan arta kalan zamanlarda cep telefonumuzla kulaklık üzerinden müzik dinlemek.
Televizyon seyretmekten artık yorulduğumuz bir anda hane halkına "Acaba televizyon yayınları yokken biz ne yapıyorduk, nasıl bir hayat sürüyorduk, neler ile meşgul oluyorduk.?" şeklindeki soruya "Muhtemelen radyo dinliyordunuz" cevabını alınca o günlere doğru dalıp gittik.
Televizyonun olmadığı ve bütün hayatımıza renklendiren Radyo dinlediğimiz günlerde Pir Sultan Abdal’ın “Gurbet elde bir hal geldi başıma, geldi başıma/Ağlama gözlerim Mevla Kerim'dir/Derman arar iken derde düş oldum/Ağlama gözlerim Mevla Kerim'dir” eserini derleyip türkü haline getiren sanatçı Ali Ekber Çiçek’in sesinden ilk duyduğumuzda kendi kendimize “Allah Allah insan derman arar iken nasıl olur da derde düş olur, derman bulmak bu kadar zormudur.?” diye kendi kendimize sorar dururduk.
Hafta içerisinde otoyolda ilerlerken aracımızın radyosundan “Sevgili dinleyiciler Türk müziğine büyük katkılar sağlayan ve derlediği eserler dolayısı ile herkesin sevgilisi olan Ekber Çiçek bilindiği gibi bundan 14 yıl önce yani 26 Nisan 2006 yılında vefat etmişti, şimdi kendisinin anısına Ağlama Gözlerim Mevlam kerimdir isimli türküyü çalıyoruz” dediğinde türküyü bizde rahmetli Çiçek ile birlikte elimizden geldiği kadar söylemeye başladık.
Türkünün güzelliği bir tarafa sanatçı bu eseri seslendirirken bir taraftan Gurbet kavramını, gurbette yalnız kaldığında içerisinde düştüğü ve bir türlü çözemediği sorunlar dolayısı ile nasıl gamlandığını sonrasında ise bu sıkıntısını efkar dolu türküler ile anlatmaya çalıştığını çok net bir şekilde anlamış oluyoruz.
Türk insanının hayatında biz kendimizi bildik bileli Gurbet son derece önemli bir yer tutmuştur, Teknolojinin bu kadar iyi olmadığı, iletişimin insanları birbirlerine bu kadar çabuk ulaştırmadığı bir noktada Gurbet ifadesini daha çok UZAK olarak bilen insanımız gurbet üzerine yüzlerce binlerce eser yazmışlardır.
Bugün Var olan teknoloji ile Türkiye’nin bir tarafından en uzak noktasına bilemediniz 3 saat içerisinde ulaşabiliyorsunuz, İletişimde ortaya çıkan görüntülü ve sesli sistemler ile bırakın Türkiye’yi dünyanın en uzak noktasındaki bir yakınınız ile saniyeler içerisinde yüz yüze görüşme imkanı bulabiliyorsunuz.
Bu memlekette GURBET kavramının ortaya çıkmasına vesile olan şehirler başta İstanbul olmak üzere sanayinin yada diğer iş imkanlarının Anadolu’ya göre daha fazla olduğu Büyük şehirlerdir, Mesela Yozgatlı bir bayan kardeşimiz kendisine göre son derece uzak gördüğü ve gurbet olarak gördüğü İstanbul ile ilgili “Yarim İstanbulu mesken mi tuttun/Gördün güzelleri beni unuttun” diyerek şikayetini dile getirmek zorunda kalmıştır.
Gurbette çaresiz kalanlar,
Gurbette eşinden dostundan, annesinden, babasından, kardeşlerinden uzak kalanlar,
Gurbette kaldığı zaman zarfında yakınlarına duyduğu özlem ve hasret vesilesi ile hasta olanlar
bunu da “İnce hastalık” diye ifade edenler
bu olumsuzluğu mecburen türkü yada destan olarak kağıda dökmüşlerdir.
Bizim yaşımızda olanlar hayal meyal hatırlayacaklardır, Eskiden Destancılar vardı, Meydana gelen ve bütün topluma acı veren olayları kendi bilgi dağarcıklarında değerlendirip kağıda döken Destancılar bazen tek ancak daha çok iki kişilik gruplar halinde dolaşırlardı.
Mahalle aralarına kadar giren bu destancıların ellerinde sesin daha iyi çıkması ve mahalle sakinlerinin daha iyi duyması adına ya bir megafon yada muhtemelen Almanya’dan gelen bir yakınları tarafından tedarik edilmiş bir Kaset çalar bulunur destancının okuduğu acı dolu hadiseler bir taraftan kaset çalar vesilesi ile duyurulurken yanık bir ses ile söylenilen destanı daha iyi anlayabilmek için gelen mahalle sakinleri kağıt üzerine basılı destanları para ile alıp okuyarak meseleye dahil olmaya çalışırlardı.
İşte bu Destancıların okuduğu yada kağıda bastıkları acı dolu olayların nerede ise yüzde doksanlık büyük bölümü Gurbet üzerine yada Gurbette hasta olmuş yada hastalık sebebi ile bu dünyadan ahirete intikal etmiş insanımızın başından geçen olayları anlatırdı.
Bu yüzden olsa gerek Türk insanı aradan geçen yıllara rağmen içerisinde GURBET geçen her eseri büyük bir beğeni ile takip ediyor, bugün bile uyanık iki destancı çıksın yurt dışında meydana gelen tatsız hadiseler ile ilgili destan yazsınlar iddia ediyoruz Anadolu'nun pek çok il-ilçe-Kasaba ve köylerinde çok güzel para kazanabilirler.
Aradan çok uzun yıllar geçti, sınırlar ortadan kalktı, Ülkeler arasındaki duvarlar kağıttan kartonlar gibi yırtıldı gitti, Ancak Türk insanının GURBET anlayışı dünden bugüne asla değişmedi, Şair Kemalettin Kamu tarafından yazılan ve pek çok kıymetli sanatçımız tarafından seslendirilen GURBET isimli eserde “ne arzum, ne emelim/yaralanmış bir elim/ben gurbette değilim/gurbet benim içimde.” diyerek aslında nereye gidersek gidelim Gurbet’i de kendimizle birlikte götürdüğümüzü daha da önemlisi çok uzaklarda olduğunu düşündüğümüz GURBET’in aslında kendi, içerimizde olduğunu çok net bir şekilde anlatıyor.